
Hiçbir sıkıntı (negativite) yaşamadan geçecek bir hayatı hedeflemenin gerçekdışı olduğundan bahsetmiştik bir önceki paylaşımda ve bir soru sormuştuk: Eğer pozitifleri arttırmak bu kadar önemliyse, neden her bir negatif deneyime karşılık, örneğin, 100 pozitifi hedeflemiyoruz?
Cevap, incelediğimiz çalışmalarda gizli: optimal deneyim yaşayan, yani “flourishing” düzeyinde işlev gösteren bireylerin, birlikte çalışan grupların veya romantik ilişkilerin tamamı 5:1, 6:1 veya bazen 7:1 pozitif/negatif deneyim oranlarında seyrediyor. Yani örneğin, elimizde 20:1 oranını yakalamış ve oldukça mutlu, keyifli bir hayat sürmekte olan herhangi bir birey veya ilişki yok halihazırda.
Aslına bakarsanız mutlu ve huzurlu olmak için 20:1’lere, 100:1’lere sahip olmaya gerek de yok. Veya negatiflere savaş açmaya. Çünkü negatifler sadece hayatımızın bir parçası değil, aynı zamanda “flourishing” düzeyine çıkabilmek için de gerekliler.
Zihnimizde bu durumu biraz daha iyi canlandırabilmek adına, Kapadokya’da sıcak hava balonuyla bir geziye çıktığınızı hayal edelim. Manzaranın keyfini çıkarabilmek için yerden yükselmemiz gerekir, bunu sağlamak da balonun içindeki sıcak havanın görevidir. Fakat yerçekimi diye bir şey olmasa, kimbilir nerelere kadar çıkarız gökyüzünde, değil mi? Kapadokya beklerken bambaşka manzaralarla karşılaşmanız da cabası! İşte hayatımızdaki pozitifler, manzaranın tadını çıkarabilmemiz için bizi yukarıya çeken sıcak hava gibiyken, “negatifler” de yine manzaranın tadını çıkarabilmemiz için bizi belli bir yükseklikte tutan, daha fazla yükselip gökyüzünde kaybolmamızı engelleyen yerçekimi gibi.
Aslına bakarsanız, sağlıklı yönlendirildiği takdirde çoğu “negatif” (kızgınlık, üzüntü, kırılmış duygular vb.), bizi ve karşımızdaki kişiyi geliştirmeyi bekleyen fırsatlardır aynı zamanda.
Örneğin, işten eve yorgun dönen ve akşam yemeği hazırlamakta olan bir Nazan Hanım hayal edelim. Nazan Hanım, yemeği hazırlarken eşinin yemek hazırlığına katkıda bulunmak yerine TV karşısına geçtiğini göz ucuyla görüyor ve öfkeyle salona girerek “Neden bu kadar bencilsin? Ben de tüm gün çalıştım, ben de en az senin kadar yoruldum. Ama sen TV izlerken ben yemek yapmak zorundayım, oh ne ala!” diyerek eşine çıkışıyor. Nazan Hanım’ın o anda hissettiği pek çok duygu var: öfke, yorgunluk, hayal kırıklığı vb. Fakat Nazan Hanım’ın “bencilsin” suçlaması, eşinin savunmaya geçmesine ve tartışmanın büyümesine sebep oluyor. Bir de şu senaryoyu ele alalım: Nazan Hanım, göz ucuyla gördüğü bu senaryo karşısında salona geçiyor ve eşinin yanına oturarak “Bugün yoğun bir gün geçirdim ve oldukça yorgunum. Senin de yorgun olduğunu biliyorum ama sadece benim yemek hazırlıyor olmam hiç iyi hissettirmiyor. Bana yardım eder misin?” diye soruyor. Bu sorusu karşılığında Erhan Bey de “Haklısın hayatım, üzgünüm. Bugün yaşadığım bazı meselelere aklım takıldı. Onlara dalmışım, TV kumandasını aldığımı bile hatırlamıyorum. Teşekkür ederim hatırlattığın için.” diyor ve birlikte mutfağa geçiyorlar. Yemek yaparken Erhan Bey, Nazan Hanım’a gün içinde yaşadıklarını anlatıyor ve birlikte çözümler düşünüyorlar. Nazan Hanım, hem bir negatifle sağlıklı bir biçimde baş ediyor hem de aynı negatif, ilişkilerini bir adım daha güçlendiriyor.

Nazmiye Kulaç
Ben de 1. Nazan Hanım gibiyim 🙈 2.si daha olumlu biliyorum ama o anda yapamıyorum ve haklıyken özür dilemek zorunda kalıyorum.😪