
Hepimiz psikolojik rahatlığı, ya da bir başka deyişle “konfor alanımızı” seviyoruz, bu doğru. Aşina olduğumuz eşyalar, rutinler, alışkanlıklar da bize tam olarak bu konforu sağlıyor. Peki neden bu böyle, hiç düşündünüz mü?
Evrimsel olarak, aşina olduğumuz yemekler, müzikler, insanlar, çevreler ve benzerlerinin bizi güvende hissettirmesinin bir sebebi var: Belli ki onlarla önceki karşılaşmalarımız sonucunda hala hayattayız, bize zarar vermemişler. Haliyle, onlardan gelecekte zarar görme ihtimalimizin oldukça düşük olduğunu da biliyoruz. Fakat çok da aşina olmadığımız tüm deneyimler bizi huzursuz ediyor, çünkü henüz bilişsel veri tabanımız bu deneyimlere ait kapsamlı bilgiler içermiyor. Dolayısıyla, beynimiz güvenirliğinden emin olana dek her yeni deneyime şüpheci yaklaşıyor, çünkü aslında tek amacı bizi “bilinmeyenden” yani “potansiyel tehlikeden” korumak.
Fakat konfor alanının bir de handikapı var: Burada kalmaya devam ettikçe yeni deneyimler kazanamıyor, birey olarak gelişemiyoruz. Bir örnekle açıklamak gerekirse, diyelim ki Ahmet Bey sadece Türk mutfağına ait yemekleri seviyor ve diğer dünya mutfaklarına ait yemekleri denemeyi reddediyor. Seçim yapması gereken durumlarla karşılaştığında aklından “Pho çorbası nasıl içilir? Ya chopstickleri kullanamazsam ve herkes beceriksiz olduğumu düşünürse? Ya zerdeçalın tadı midemi bulandırırsa?” gibi pek çok kaygı uyandıran düşünce geçiyor. Ahmet Bey, kendisine rahatsızlık veren duygu ve düşüncelerinden kurtulabilmek adına belki de denese çok seveceği yeni yemek deneyimleri edinmekten kendisini uzak tutuyor.

Peki ya kaçındığımız deneyimler yemek seçimi gibi değil de, hayattaki değerlerimizle paralel deneyimlerse? (Eklemekte fayda var; elbette yemek kültürü konusunda kendinizi geliştirmek veya şef olmak gibi hayalleriniz varsa yemek seçimi de değerlerinizle paralel deneyimleri kapsamış olur). Örneğin Selma Hanım’ın öğrenmeyi ve öğretmeyi çok sevdiğini düşünelim. Selma Hanım, günün birinde bir TED konuşması yapmak için davet ediliyor. Fakat konuşma günü yaklaştıkça kaygı düzeyi artıyor, sahne korkusu yaşıyor ve arayıp konuşmayı iptal etmek istediğini bildiriyor. Şimdi ne oldu? Öğretmek ve paylaşmak, Selma Hanım’ın hayattaki değerlerinden biri olmasına rağmen, anlık endişelerinden kaçabilmek adına değerleri doğrultusunda adım atamadı.
İşte bize rahatsızlık veren duygu ve düşüncelerden kaçabilmek, onları susturabilmek ve kontrol altında tutabilmek adına birtakım deneyimlerden uzak durmaya “Deneyimsel Kaçınma” (Experiential Avoidance) adı veriliyor.
Deneyimsel kaçınma en çok, hayattaki değerlerimiz doğrultusunda adım atmamızı engellediğinde yıkıcı sonuçlara yol açma riski taşıyor. Deneyimsel kaçınma ile başa çıkmak için ne yapabileceğinizi öğrenmek isterseniz, buraya tıklayabilirsiniz.
“Tekne limanda daha güvendedir; fakat teknenin yapılış amacı bu değildir.”
-Paulo Coelho