
Başlamadan önce ufak bir not: Sevgili Türk İşi Minimalizm’in websitesinde bu yazıdan yola çıkarak konuk yazar olarak kaleme aldığım “İskandinavların Friluftsliv Felsefesi, Date Night Kavanozu ve Mutluluk Üzerine” isimli yazımı okumak için:
https://www.turkisiminimalizm.com/minimalizm-blog/iskandinavlarin-friluftsliv-felsefesi-date-night-kavanozu-ve-mutluluk-uzerine
HAYDİ BAŞLAYALIM!
Bundan tam üç ay önce başladı şimdi anlatacağım yöntemin hikayesi. Kanepede oturup televizyon izlerken erkek arkadaşıma dönüp “Biraz uzanalım mı?” demiş, o da bizim ilişki dilimizde bunun “Bir problemimiz var beni huzursuz eden. Konuşabilir miyiz?” demek olduğunun bilincinde televizyonu kapatıp sessizce sarmıştı kollarını bana.
“Son üç-dört haftadır öyle yoğunuz ki… İkimizin de okulu, tezi, işi, benim her gün yazmaya çalıştığım yazılar derken birbirimizle kaliteli zaman geçirmeyi es geçmeye başladık. Ben kendi adıma bunun daha önce farkına varamadığım için özür dilerim.” dedim, üzgün. Ardından o da bana son birkaç gündür bunu düşündüğünü fakat konuyu nasıl açacağını bir türlü bilemediğini söyledi ve teşekkür etti ilk adımı attığım için. Üzerine biraz konuştuktan sonra “Evet” dedik, “Her ikimizin de bu müthiş yoğunluğu dönem sonuna kadar azalmayacak. Bunu değiştiremeyiz. Fakat bir çözüm yolu olmalı…”. Yaklaşık 30 saniyelik bir sessizliğin ardından, zihninde bir ampul yandığını gösteren kocaman bir gülümseme gelip oturdu yüzüne: “Şöyle yapsak sence nasıl olur? İkimiz de üzerine çok fazla para harcamadan ve teknolojiye başvurmadan gerçekleştirebileceğimiz, ortalama birkaç saat sürecek kaliteli zaman geçirme aktiviteleri belirlesek yirmişer tane, bu aktivitelerin her birini küçük kağıtlara yazıp bir kavanoza atsak, ardından her hafta değişimli olarak Cumartesi veya Pazar günü birimiz bu kavanozdan rastgele bir kağıt çeksek ve o kağıtta ne söyleniyorsa onu yapsak birlikte?”. Sanırım öneriyi duyduktan sonra gözlerinden yıldızlar çıkan emojiye dönüşmüş olabilirim.
Ardından hemen o gün işe koyulduk ve fotoğraftaki görüntü çıktı ortaya:

Bu arada eklemek istiyorum, kavanoz da, Türkiye’yi son ziyaretimizde annemin erkek arkadaşımın çok sevdiğini bildiği içinNorveç’e dönmeden öncekavanoz kavanoz valizimize koyduğu ev yapımı ayva reçellerinden birinin yıkanıp temizlenmiş kavanozu. Yani o da sevginin bir aracısıydı en nihayetinde:)Daha “estetik” görünümlü bir kavanozdansa bu anne sevgisi dolu Paşabahçe kavanozunu seçtik o nedenle, baktıkça bizi gülümsettiği için.
Date Night Kavanozu yöntemini uygulamaya başladığımızdan bu yana, kat kat giyinip evimize beş dakika uzaklıktaki gölün kenarında hamaklarımızı kurup birkaç saat geçirdik, marshmallow kızarttık, uzun zamandır denemek istediğimiz bir Macar restoranına giderek somloi galuska paylaşıp ardından Akerselva nehrinin kıyısında uzun bir yürüyüş yaptık, güzel bir playlist eşliğinde 2019 ve 2020 yaz tatillerinde ziyaret etmek istediğimiz ülke ve şehirlerin planını yaptık , iki elektrikli scooter kiralayarak Oslo’yu yeniden keşfe çıktık, çift yogası denedik, oturma odamıza asmak için birlikte bir suluboya tablosu hazırladık ve yalnızca mum ışığı ve harika müzikler eşliğinde daha önce denemediğimiz yemekler pişirdik birlikte. Bizim için her biri çok keyifliydi. Fakat en çok keyif aldığımız aktiviteyi sona sakladım. Çünkü üzerine biraz çene çalmak niyetindeyim.
Geçen hafta Date Night Kavanozu’ndan payımıza Pazar sabahı erkenden kalkıp henüz herkes uyurken Norveç usülü kahvaltılık bir şeyler ve sıcak çikolata hazırlayıp sırt çantalarımıza koyduğumuz termoslarımız ve saklama kaplarımızla evimize yürüme mesafesindeki Sognsvann gölüne piknik yapmaya gitmek düştü. Bunun için neler mi hazırladık? Ekmek dilimleri (yumurta, salam ve salatalıklı), meyve salatası (elma ve kivi dilimleriyle) ve elbette sıcak çikolata!

Yumuşak yosunlarla kaplı büyük bir kaya bulup dizlerimize battaniyelerimizi örttük ve evimizden getirdiğimiz kupalarımızla, #kahvemtermosta hareketine bir selam niteliğindeki sıcak çikolatamızı içip yine evimizden getirdiğimiz metal çatallarımızla da hazırladığımız meyve salatasının tadını çıkardık. Birbirimizin dizlerine uzanıp bol bol sohbet ettik önce, hafta boyunca birbirimize anlatmayı unuttuğumuz anılarımızı hatırlayıp paylaşma imkanımız oldu. Ardından sustuk, bizi kuşatan doğanın tüm güzelliğini bir sünger gibi içimize çekebilmek için.

Peki bu aktivite neden bizi bu denli yükseltti, favori aktivitelerimiz listesinde ilk sıraya konuverdi dersiniz? Bana kalırsa ilk sebebi, bu aktivitenin beş duyumuzu birden yumuşakça uyarması. Yumuşakça diyorum, çünkü televizyon, işlenmiş yiyecekler, akıllı telefonlar gibi beynimizdeki ödül sistemimizi yüksek düzeyde uyaran “normalüstü uyaran”ların aksi bir etki mevcut burada. İçimize çektiğimiz tertemiz hava, duyduğumuz kuş cıvıltıları, büyük oranda işlenmemiş yiyeceklerin damağımızda bıraktığı o güzel lezzet, dizlerimizdeki battaniyenin ve kayanın üzerindeki yumuşak yosunların dokusu, masmavi gökyüzü ve henüz çözülmemiş buzlarla kaplı gölün manzarası bedenlerimizi ve zihnimizi hem dinlendiriyor, hem canlandırıyor. Kısacası, yaşam enerjisiyle doluyoruz. Birbirimize verdiğimiz kesintisiz dikkat de cabası. Fakat bütün bunların dışında başka bir şeyler de rol oynuyor bu huzur dolu karışımda.
MUTLULUK?
Mutluluğun parayla satın alınamayacağı ve sosyal ilişkilerin, kurduğumuz duygusal bağların mutluluk üzerinde oldukça büyük rol oynadığı uzun yıllardır savunulan bir görüş. Peki insanlarla kurduğumuz duygusal bağın yanı sıra, doğayla kurduğumuz (veya kuramadığımız) bağın bu denklemde yeri ne?
2012 yılında Environment and Behavior’da yayımlanan bir araştırma, doğayla kurduğumuz bağın, mutluluk ve yaşama bağlılık faktörleri üzerinde en az aile ve arkadaşlarımızla kurduğumuz bağ kadar önemli bir etkisi olduğunu gözler önüne seriyor. 2010 yılında gerçekleştirilen bir araştırma ise günlük hayatın karmaşasından birkaç adım uzaklaşarak doğada yalnızca 20 dakika vakit geçirmenin, birkaç bardak kahve içmekten daha fazla enerji verdiğini ve mutlu ettiğini gösteriyor. Son olarak, 498 katılımcıyla gerçekleştirilen büyük çaplı bir başka araştırmanın sonuçları ise ormanda yapılan yürüyüşlerin stres hormonu kortizolü önemli ölçüde azalttığı ve bağışıklık sistemini güçlendirdiğini işaret ediyor.
18. yüzyılda “Doğadan sapmak, mutluluktan sapmaktır.” diyen yazar Samuel Johnson’ın zamanından bu yana değişen pek çok şey var hayatlarımızda, bu kısa ve çarpıcı cümlenin doğruluğu dışında. Bedenlerimizin ve zihinlerimizin doğada olmaya ihtiyacı var. Bu bir seçim değil. Tıpkı yemek yemek, su içmek gibi bir ihtiyaç. Peki siz, hem doğaya hem kendi özünüze bir adım daha yaklaşabilmek, doğayla kurduğunuz ilişki bağlarını güçlendirmek ve friluftsliv felsefesini kendi hayatınıza entegre edebilmek için neler yapabilirsiniz? Unutmayın, seçtiğiniz aktiviteyi dilerseniz tek başına, dilerseniz ailenizle, arkadaşlarınızla veya sevgilinizle gerçekleştirebilirsiniz. Çünkü ne sevgiyi göstermek için, ne de mutlu olmak için illa ki pahalı hediyelere, satın alınan çiçeklere gerek yok. Birlikte dallarından koparılmamış canlı çiçeklerin, ağaçların ve temiz havanın mis gibi kokusunu içinize çekmek, birbirinize birkaç saat boyunca kesintisiz ilginizi sunmak kafi.
Kaynaklar:
Morita, E., Fukuda, S., Nagano, J., Hamajima, N., Yamamoto, H., & Iwai, Y. et al. (2007). Psychological effects of forest environments on healthy adults: Shinrin-yoku (forest-air bathing, walking) as a possible method of stress reduction. Public Health, 121(1), 54-63.
Ryan, R., Weinstein, N., Bernstein, J., Brown, K., Mistretta, L., & Gagné, M. (2010). Vitalizing effects of being outdoors and in nature. Journal Of Environmental Psychology, 30(2), 159-168.
Zelenski, J. M., & Nisbet, E. K. (2014). Happiness and Feeling Connected The Distinct Role of Nature Relatedness. Environment and Behavior, 46(1), 3-23.