
Bazı kelimeler vardır, bir coğrafyanın, milletin özüyle bağdaştırdığımız. Hani sanki “oraları tek kelimede anlat” deseler, hemen o kelime çıkıverecekmiş gibidir dudaklarımızın arasından. İşte benim için, üniversitede Norveççe öğrenirken daha ilk derslerimizde karşımıza çıkan “Friluftsliv” (birebir çevirisi: “özgür-hava-yaşam”), tam da böyle bir kelime. Aslında sadece bir kelime olmanın ötesinde, bir yaşam felsefesi.
Açık havada özgürce doğayla başbaşa olmak, doğayı keşfetmek, doğayı takdir etmek, doğaya saygı duymak, doğanın tadını çıkarmak, doğada zaman geçirerek doğayla bütünleşmek, doğada zihni rahatlatmak gibi farklı anlamlara sahip bu güzel kelime, insanların doğayla bağ kurmasını sağlayacak her türlü aktiviteyi kapsıyor.
Bu Everest’e tırmanmak da olabilir, soğuk ve güneşli bir günde kayak yapmak da, ormanda bir yürüyüşe veya koşuya çıkmak da, bir gölün kenarında hamağınızda uzanıp ördekleri izlemek de, yüksek bir taşın üzerinde oturup büyüleyici manzaraların tadını çıkarmak da, denizin kenarına oturup dalgaların sesini dinlemek de. Herkesin friluftsliv pratiğini hayata geçirme yolu farklı olabilir.
Dikkat ettiyseniz burada önemli olan, bedeni hareket ettirmenin ötesinde, doğayı bir şekilde hayatımıza entegre ederek kendi benliğimize bir adım daha yaklaşmak, doğayla aramızdaki doğuştan sahip olduğumuz bağı güçlendirmek.
Friluftsliv pratiğini hayatınıza geçirmek için belli bir yaşta olmanıza da gerek yok. Norveç’te 3 yaşındaki çocukların yetişkinlerle birlikte kilometrelerce süren doğa yürüyüşlerine büyük bir keyifle katıldığını ve sıkıntı yaşamadan tamamladığını; henüz yürümeyi yeni öğrenmiş miniklerin minicik kayak takımlarıyla kayak yapmayı öğrenmekten, karda düşüp kalkmaktan büyük keyif aldıklarını; anaokulu çağındaki çocukların haftalık programlarının, mutlaka belli saatleri doğada geçirme üzerine ayarlandığını gördükten sonra friluftslivin henüz küçücükken çocuklara aşılanan bir felsefe olduğunu bir kez daha anladım.

Friluftsliv felsefesinin, İskandinav toplumlarının mutluluk araştırmalarında daima ilk beşte yer almasında önemli bir rol oynadığı düşünülüyor.
Aslına bakarsanız, günlük hayatın karmaşasından bir adım uzaklaşarak doğada yalnızca 20 dakika geçirmenin, birkaç bardak kahve içmekten daha fazla enerji verdiğini ve mutlu ettiğini gösteriyor araştırmalar. 2007 yılında 498 katılımcıyla gerçekleştirilen bir başka araştırmada ise ormanda yapılan yürüyüşlerin stres hormonu kortizolu önemli ölçüde azalttığı ve bağışıklık sistemini güçlendirdiği gözler önüne serildi (referansları postun sonunda bulabilirsiniz).
Bedenlerimizin doğada olmaya ihtiyacı var. Bu bir seçim değil. Tıpkı yemek yemek, su içmek gibi bir ihtiyaç. Peki siz, hem doğaya hem kendi özünüze bir adım daha yaklaşabilmek için bu hafta neler yapabilirsiniz?
KAYNAK:
Morita, E., Fukuda, S., Nagano, J., Hamajima, N., Yamamoto, H., & Iwai, Y. et al. (2007). Psychological effects of forest environments on healthy adults: Shinrin-yoku (forest-air bathing, walking) as a possible method of stress reduction. Public Health, 121(1), 54-63.
Ryan, R., Weinstein, N., Bernstein, J., Brown, K., Mistretta, L., & Gagné, M. (2010). Vitalizing effects of being outdoors and in nature. Journal Of Environmental Psychology, 30(2), 159-168.