
Sapir-Whorf Hipotezi, düşünce, algı ve deneyimlerimizin kullandığımız dilden etkilendiğini öne sürer. Bu hipotez üzerine pek çok ilginç araştırma yapıldı bugüne kadar. Gelin bunlardan birkaçına kısaca göz atalım.
Rusça’da “mavi” isminde genel bir renk kategorisi yok. “Goluboy” (açık mavi) ve “siniy” (koyu mavi) adlarında iki farklı kategori kullanılıyor mavi rengi tarif etmek için. 2007 yılında yapılan ünlü bir araştırmada, anadili Rusça olan katılımcıların, mavi rengin farklı tonlarını anadili İngilizce olan (dolayısıyla mavinin tüm tonlarını kapsayan bir “mavi” kategorisine sahip olan) katılımcılara kıyasla çok daha hızlı ayırt edebildikleri gözler önüne serildi. Çünkü Ruslar, hayatları boyunca bu iki rengi ayırmayı öğreniyorlar, anadili İngilizce olan bireylerin aksine. Benzer araştırmalarla, bir dildeki renk kategorilerinin, o dili kullanan kişilerin renkleri algılama sürecinde değişimler yarattığı bulgulandı.

Örneğin, Namibya’da Himba kabilesiyle gerçekleştirilen bir çalışmaya göz atalım. Himba dilinde “mavi” kelimesi yer almıyor ve dolayısıyla mavi ile yeşil renkler arasında net bir ayrım da söz konusu değil. Dolayısıyla, Himba kabilesine mensup bireylere bilgisayar ekranında 11 adet yeşil kare arasında bir adet mavi kare gösterildiğinde ya mavi kareyi farkedemiyorlar ya da farketmeleri anadilinde mavi kelimesi bulunan bireylere kıyasla çok daha uzun zaman alıyor. Fakat buna karşılık, Himba dilinde yeşilin farklı tonlarını tanımlamak için daha fazla kelime mevcut. Bu nedenle, bizim tek bakışta farkedemediğimiz 11 yeşil kare arasındaki tonu diğerlerinden biraz daha farklı olan yeşil kareyi, bize kıyasla çok daha hızlı farkedebiliyorlar.

Farklı diller konuşan insanlar, farklı şeylere dikkat ederler. Örneğin, aşağıdaki kaza anının fotoğrafı, anadili İspanyolca veya İngilizce olan katılımcılara gösterildiğinde, anadili İngilizce olanlar “O, vazoyu kırdı.” diyebiliyorlar. Buna karşılık, İspanyolca konuşanlar “Vazo kırıldı.” deme eğilimi gösteriyor. Çünkü İspanyolcada bir kaza söz konusuysa (ortada istemli bir davranış yoksa), eylemi birisinin gerçekleştirdiğini söyleyemiyor(muş)uz.

Belli bir aradan sonra, aynı katılımcılara kazaya yönelik sorular sorulduğunda, anadili İngilizce olanlar vazoyu kimin kırdığını hatırlarken, İspanyolca konuşanlar bu konuda o kadar başarılı olamıyor. Fakat onlar da, bunun bir “kaza” olduğunu hatırlamaya daha meyilli. Sonuç olarak, araştırmacılar şu yorumda bulunuyor:
“İki farklı dili konuşan insan aynı olaya tanık olabilir, fakat dilin bazı özellikleri nedeniyle bambaşka detayları hatırlama eğiliminde olabilirler.”
Bir şeye isim vermek, o şeyi daha iyi hatırlayabilmemizi sağlıyor olabilir. Bu konuda 2016 yılında gerçekleştirilen bir başka ilginç araştırmada, katılımcılar bilgisayar ekranında daha önce karşılaşmadıkları kişilere ait yüz resimlerini görüntüledikten sonra bir hatırlama testine tabi tutuluyorlar. Hatırlama testinde, sahibinin adıyla birlikte (örneğin, “Mike”) gösterilen yüzlerin, isim yüzlere kıyasla daha kolay hatırlandığı gözlemleniyor.
Peki, ben bütün bunları neden anlattım dersiniz? Cevabını şu yazıda okuyabilirsiniz 😊
Kaynak:
Fausey, C., & Boroditsky, L. (2010). Subtle linguistic cues influence perceived blame and financial liability. Psychonomic Bulletin & Review, 17(5), 644-650.
Roberson, Debi & Davidoff, Jules & R L Davies, Ian & Shapiro, Laura. (2006). Colour categories and category acquisition in Himba and English.
Schwartz, L., & Yovel, G. (2016). The roles of perceptual and conceptual information in face recognition. Journal Of Experimental Psychology: General, 145(11), 1493-1511.
Winawer, J., Witthoft, N., Frank, M., Wu, L., Wade, A., & Boroditsky, L. (2007). Russian blues reveal effects of language on color discrimination. Proceedings Of The National Academy Of Sciences, 104(19), 7780-7785.