
Kendi kendimize üstlendiğimiz etiketler.
Başkalarının bize uygun gördüğü etiketler.
Başkalarının bize uygun gördüğünü düşündüğümüz etiketler.
Üstümüze yapışıp kalan etiketler.
Belki kurtulmaktan korktuğumuz, belki de bize çok yakıştığını, hatta bir adım daha ileri gidersek, bizi biz yaptığına inandığımız tüm etiketler.
Son zamanlarda bu konu üzerine çokça düşünüyorum. Etiketlerin içine sıkışıp kalma düşüncesi beni hüzünlendiriyor. Bugün biraz aklımdakileri dökmeye, kendi hikayemden ufak kesitler paylaşmaya ve aldığım bir kararı açıklamaya geldim buraya.
Üniversitenin üçüncü yılındayım. Bir gecede vegan olmaya karar vermişim. Tavsiye edilen tüm belgeselleri canım acıyarak izlemiş, vegan pikniklere katılmış, Facebook gruplarına dahil olmuşum. Her şey çok güzel başlamış. Vegan yemekler yapmayı, hazır gıdaların etiketlerini okumayı, hangi markaların hayvanlara eziyet ederek tekstil üretimi yaptığını öğreniyor ve tüketim seçimlerimi öğrendiklerim doğrultusunda şekillendiriyorum. Fakat zamanla, göğsümü gere gere “BEN VEGANIM” diyebilmek ve bu etiketin hakkını verebilmek için durmaksızın çabalamaya başlıyorum. Günün birinde, o dönemlerde birlikte olduğum erkek arkadaşım “Senin için tüm Ankara’yı dolaşıp vegan şarap buldum.” diyor. Şarabın da veganı olur muymuş demeyin, vallahi var. Aynı dönemlerde takip ettiğim gruplardan birinde vegan bir yaşam sürmeye çalıştığını fakat yoğurt yemeyi çok sevdiğini, fabrikasyon üretimi desteklemektense evinin yakınlarındaki bildiği, tanıdığı ufak bir çiftlikten yoğurt aldığını söyleyen bir üyenin linç edilmesine tanık oluyorum.
Yavaş yavaş anlamaya başlıyorum, masum gözüken etiketlerin kendimize ve başkalarına bakışımızı ne denli derinden etkilediğini. “Bir insan kendini vegan olarak tanımlıyorsa, hiçbir koşulda vegan olmayan şarap içemez. Bir insan ‘Ben vegan bir yaşam sürüyorum’ diyorsa asla ve kat’a bildiği, güvendiği bir çiftlik de olsa yoğurt satın alamaz.” gibi.
Peki, diyorum. Acaba kendimi vegan veya vejetaryen olarak tanımlamadan, hiçbir etiketi sırtlanmadan, elimden geldiğince, mevcut koşulların izin verdiği kadar eziyetsiz ve sömürüsüz bir hayat süremez miyim yalnızca “Ece” olmaya devam ederek?
Üniversiteyi bitirmişim, Almanya’da yüksek lisans yapma hayallerim suya düşmüş o yıl. İzmir’deyim. Hayatımın en zorlu döneminden geçiyorum. Bir yandan gelecek kaygıları, bir yandan kopan arkadaşlık ilişkileri, bir yandan onca yıl sonra yeniden ailemle birlikte yaşamaya alışmak, ama en çok da yüksek lisans yapamama ihtimali. Bu ihtimalin yarattığı endişe öyle büyük ki, sanırsınız kendimi başarılı görebilmemin tek koşulu, o “YÜKSEK LİSANS YAPMIŞ KİŞİ” etiketini giyebilmek üzerime.
Peki, diyorum. Acaba yüksek lisans yapmadan da, bu etiketi sırtlanmadan da elimden geldiğince okuyup, araştırıp, öğrenmeye devam edemez miyim? Yüksek lisans etiketine sahip olmamak, imkansız mı kılar bütün bunları?
İşte bu zorlu dönemde yogayla tanışıyorum. Aşık oluyorum yogaya. Her güne sabah sayfaları pratiğiyle başlayıp ardından saatlerce yoga yapıyorum. Hayır, bir kursa gitmiyorum. Ders almıyorum. Yalnızca Youtube, ben ve matım varız bu yolculukta. Zorlandığım pozlarda videoya kaydediyorum yaptıklarımı, ardından izlediğim videolarla kıyaslayıp neleri düzeltebileceğimi tespit ediyorum. Evet, belki bir eğitmenle çalışsam çok daha hızlı ilerleyebilirim. Ama derdim bu değil ki. Bütün bunları kendi kendime denemek, kendi kendimin öğretmeni olduğumu hissetmek müthiş bir keyif veriyor. Benim yogayla bu denli haşır neşir olduğumu fark eden ailemle “YOGA EĞİTMENİ olmak istemez misin?” konuşmaları geçmeye başlıyor aramızda.
Peki, diyorum. Yoga eğitmeni etiketini üstlenmeden de, bir hobiyi kariyere çevirmeden de ondan zevk almaya, onu pratik etmeye devam edemez mi insan?
Son birkaç yıldır minimalizmle yakından ilgiliyim. Hayata bakış açımı ve yaşam tarzımı değiştiren, beni derinden etkileyen bir felsefe minimalizm. Azla yaşamanın keyfini tattıran, önemlileri önemsizlerden ayırma becerisini kazandıran. Fakat ne zaman ki “MİNİMALİST” etiketini üstlendim, kitaplığımdaki o güne kadar gördükçe beni mutlu eden yüzlerce kitabım gözüme batmaya başladı. Elbette biliyorum, minimalistler de çok sevdikleri, onlara keyif veren koleksiyonlarından vazgeçmeme hakkına sahipler.
Peki, diyorum. Ya minimalistler onlara keyif veren koleksiyonlarından vazgeçmeme hakkına sahip olmasalardı? Esaslı bir minimalist olabilmek adına vazgeçer miydim çok sevdiğim kitaplarımdan?
Şubat 2015. Hollanda’ya gidiyorum, “DEĞİŞİM ÖĞRENCİSİ” olarak. Hollandalı bir sınıf arkadaşım “Ben değişim öğrencileriyle arkadaş olmuyorum. İşleri güçleri partilemek.” diyor. Ben de bir değişim öğrencisi olarak “işleri güçleri partilemek” olanlar kategorisine ışık hızıyla sokuluyorum.
Peki, diyorum. Değişim öğrencisi olup da sürekli partilememek mümkün değil mi? Hani mesela kültür ve tarih öğrenmek, dil öğrenmek, yeni yerler keşfetmek, yeni insanlar tanımak gibi?
Ağustos 2017. Norveç’e geliyorum. Bu kez yüksek lisans yapmaya geldiğim için etiketim değişim öğrencisi değil, “YABANCI”. Evet, farklı gözüküyorum. Saçlarım koyu renk, tenim koyu renk. Norveççe konuşurken aksanım çarpıyor kulaklarına. Belli ki, buralı değilim. “Nerelisin?” sorusu geliyor önce, “Türküm” diyorum. Artık etiketlerim bir değil iki. YABANCI, TÜRK. Birazcık yakın hissedildiysem o malum soru da geliyor “MÜSLÜMAN mısın?”. Peki, diyorum. Yabancı, Türk, Müslüman/Budist/Ateist… olmadan “Ece” olarak var olmam mümkün değil mi bu dünyada?
Aralık 2018. Türkiye’de ailemi ziyaret ederken, sonunda uzun zamandır açmayı istediğim o Instagram hesabını açmaya karar veriyorum. Psikoloji ve sinirbilim benim tutkum, bu tutkumu başkalarıyla paylaşmak, “kafa açmak” tek istediğim şey diyorum. Yakın çevrem hemen heyecanlanıyor, “Harika fikir, ama mutlaka PSİKOLOG etiketini kullan. Paylaşımlarının güvenilirliği artar.”. Peki, diyorum. Peki. Yetmiyor, güvenilirliğim biraz daha artsın diye okuduğum okulları da sıralıyorum. Etiketlerim çoğalıyor. Durduramıyorum.
Eckhart Tolle, konuk olduğu bir podcastte Oprah Winfrey’e şunları soruyor: “Sen özünde kimsin? Tüm etiketlerini çıkarıp aldığında, senden geriye ne kalıyor?”. Ece Targıt da bir podcastinde şu soruyu yöneltiyor kendisine: “Ben bu kalıplara sokulmadan önce neydim? Kimdim?”. Bir de harika bir egzersiz öneriyor: “Kendini tanımladığın etiketleri yaz birer birer. Ardından tek tek değerlendir: Bunlardan biri senden alınsa (örneğin, eğitimin, yaşadığın şehir) bu sana kendini eksik ve değersiz hissettirir mi?”
Benim de ekleyebileceğim bir adım var bu güzel egzersize. Düşün bakalım, sahiplendiğin her bir etiket için, o etiketi hakkıyla taşıyabilmek adına kendi özünden fedakarlık ettiğin oldu mu hiç?
Başkalarının bana verdiği etiketlere etki edemem, fakat yapabileceğim bir şey varsa o da kendi kendime sırtlandığım etiketleri birer birer sökmek.
Bir arkadaşım, “Mercan Dede, üst üste giydirilen elbiselerden kendi tenimizin rengini unuttuk, der.” demişti. İşte ben bugün, üst üste giydiğim o elbiselerden birer birer kurtulmaya, kendi tenimin rengini yeniden keşfetmeye karar veriyorum. Yalnızca Ece olmaya. Hepsi bu. İşte tam da bu nedenle, Instagram kullanıcı adımın önündeki “psk” etiketi kalkıyor önce, ardından okuduğum okulların isimleri. Başka da değişen bir şey yok açıkçası. Burada yaptığım tüm paylaşımlarda tutku duyduğum konular hakkında yazmaya devam ediyor olacağım. Belki yazılarımın kapsamı da genişleyebilir, şimdilik bilmiyorum. Ama tutku faktörü sabit kalacak, kendime verdiğim tek söz bu 🙂
Bu yazıyı yazarken Nil Karaibrahimgil’in o güzel Yaş 18 şarkısı takılıyor dilime. “Ben daha onsekizim/ Ya hepsi ya da hiçbiriyim/ Sanma ki şu son üç saatte/ Hiç kimse ya da birisiyim”. Ne güzel söylemişsin Nil diyorum, ben de buna benzer bir şeyler hissediyorum. Hepsinden daha fazlası bu etiketlerin, ama aynı zamanda hiçbiri.
Okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Sevgiler ❤️

-Ece.
Metehan Çağatay
Yazınız çok güzel, bende sizi kendi sayfama bekliyorum!
Özlem
Merhaba sevgili Ece, seni biraz geç farketmek kötü olmuş. Yazın tam da ihtiyacım olduğu bir anda çıktı karşıma. Hep böyle özünle ve tutkunla yazmaya devam et, teşekkürler! <3
Aybüke metin
Sabah sabah kafa açan bir yazı oldu 🌸😌
HATİCE YILDIZ KARA
BİR ÇOCUKLA OYUN OYNARKEN KİMSEN O KADARSIN DİYORUM OĞLUMLA OYNARKEN KENDİME
aysu
Sevgili Ece,
Yol-a çık programın vesilesiyle bloguna düştüm, çıkamıyorum 🙂 Halbuki instagramda seni uzun süredir takip ediyordum, yazılarını beğenerek okuyordum ama buraya yolum düşmemiş. Çok güzel bir yazı, tam zamanında ulaştı bana, dokundu yarama. Eline sağlık. Sadece teşekkür etmek istedim 🙂
Gamze tatar
Ne güzel yazmışsınız. Yüreğinize,kaleminize saglik .
Oznur uludag
Merhaba ece hn yazinizi keyifle okudum gonlunuze kaleminize saglik sevgilerimle
Beyza inci kurt
Harika bir yazı olmuş, bu sayede etiketlerimi ve başkalarının bana koyduğu etiketleri az da olsa keşfetmeye başladım. Bu bir yolculuk hem de çok uzun fakat aydınlık..
Gözde Nur
Yol-a çık da ilk egzersizimi yapmadan yazını okumak istedim. Çok güzel yazmışsın. Öpüldün🥳
Hande
Merhaba sevgili Ece, ben de seni Yola çık ile tanıyanlardanım. Bugüne kadar seni nasıl keşfedememişim, nasıl kesişmemiş yollarımız gerçekten inanamıyorum. Gerek instagram hesabın, gerekse bloğun kafa açmak için birebir. Okudukça rahatlıyorum, yalnız olmadığımın farkına varıyorum. Yolunda devam et güzel insan.
Sevgiler💛💐
beril
O kadar güzel bir yazı ki!
Aylin Kaplan
İnanılmaz etkilendim. Zaten o kadar süredir ben kimim ne istiyorum hayır onu değil bunu seviyorum diye düşünürken bir de insanların şuralı mısın bunu mu okudun inançlı mısın sorularına sinir olup değilim o kalıba girmek istemiyorum diyordum. Çok iyi denk geldi. Meğer birer etiketmiş hiç olmadığımız. Belki zaman zaman olduğumuz… Sağol Ece ihtiyacıımız var diye ondan bundan değil tutkun olduğu için içinden geldiği zaman yaz. Okuyacağım. Sevgiler!
Merve Nur Pehlivan
Birkaç saattir oturdum pc başına ve yazılarınızı okuyorum. Ben de güzel okulumuz Ege Üniversitesinde Biyoloiji bölümünde okuyorum.
O kadar sıcacık yazıyorsun ki hep okuyup notlar almak istiyorum. Yol-A Çık’tık, ilerlemeye devam! :))
Dilara
Bu aralar duyduğum bir güzel söz üzerine bu yazıyı okumak çok güzel oldu. “Kendinizi tanımladığımız o haller, tanımlar bizim işgalimizdir.”
Ben üzerine oturup düşüneceğim bu yazının. Ben hangi tanımlamalar içine girdiğimi gözden geçirmek istiyorum. Teşekkürler 🙂
Esra
Çok ilginç bir şekilde karşılaştım blogunla ve seni tanımak için ‘tanışalım’a tıkladım. Farkediyorum ki etiketlemek istediğim için bu kız kimmiş ne’ciymiş diye bakmak için tıklamışım. Yapıyoruz bunu, kategorize ediyoruz insanları.
Bir yandan da o kadar benzettim ki kendime… Okulum, mesleğim, sporum, müziğim olmasa ben kim olurdum bu soruyu o kadar çok soruyordum ki kendime… Karşılaşmak hoş oldu.
Teşekkür ederim yazdığın için, yazmaya devam etmen dileğiyle…