
İngiliz tarihçi ve yazar C. Northcote Parkinson’ın 1955’te The Economist dergisinde kaleme aldığı yazısının ilk cümlesi şöyle başlar: “Work expands so as to fill the time available for its completion.”. Yani, “Her iş, bitirilmesi için kendisine ayrılan sürenin tamamını kapsayacak şekilde genişler, uzar.”. Kısacası, yazman gereken bir raporu tamamlamak için bir haftan varsa raporu bir haftada, üç haftan varsa üç haftada, iki ayın varsa da iki ayda tamamlarsın aynı raporu diyor.
İşte zaman yönetimi uzmanlarının üzerine konuşmayı pek sevdiği, günümüzde Parkinson Yasası (Parkinson’s Law) olarak anılan zaman yönetimi kuralının özü bu.
Açıkçası zaman yönetimi üzerine konuşan hemen herkesin bu kurala değindiğini gördüm. Fakat bu müthiş popülerleşmiş “yasanın” arkasında bilimsel bir dayanağı olup olmadığını, görebildiğim kadarıyla kimse araştırmışa benzemiyordu. Hal böyle olunca beni bir kaşıntı tuttu, kendi kendime bu işi üstlenmiş bulundum 😅 Parkinson Yasası’nın literatürde aslı astarı var mı, yoksa yalnızca kişisel bir gözlemden mi ibaret sorusuna cevap bulabilmek için çıktığım bu yolda ilginç çalışmalar çıktı karşıma.
Gelin bugün Parkinson Yasası’nı ilk kez mercek altına alan çalışmalardan bir tanesine (Aronson & Gerard, 1966) göz atalım birlikte.
Çalışmada iki gruba ayrılan fakat bundan haberi olmayan katılımcıların bir kısmından sigara reklamlarına getirilen yasağı protesto eden, toplamda 2 dakika sürecek olan bir konuşmayı 5 dakikada, diğer katılımcılardan da aynı konuşmayı 15 dakikada hazırlamaları isteniyor. 5 dakikanın fazlasıyla yeterli gelmesi için, çeşitli destekleyici argümanlardan oluşan bir liste veriliyor her iki gruptaki katılımcıların ellerine ve “Bu listedeki argümanları okuyup, içlerinden birkaç tanesini seçip sıraya koyduğunuzda konuşma hazır olmuş olacak.” deniliyor.
Sonuçta ne oluyor derseniz, konuşmayı 5 dakikada tamamlamaları istenen katılımcılar bu görev için ortalama 321 saniye (5.3 dk) harcarken, 15 dakikada tamamlamaları istenen katılımcılar ortalama 468 saniye (7.8 dk) harcıyor. Hmm, sonuçlar Parkinson Yasası’nı birebir desteklemese de önemli bir noktaya işaret ediyor:
Zamanı daha bol olanlar, aynı görevi tamamlamak için zamanı kıt olanlara kıyasla daha çok vakit harcamış gerçekten de.
Peki araştırma burada bitiyor mu? Haayııır.
Araştırmacılar bu kez de aynı katılımcılardan başka bir konuda (üniversiteler arası atletizm yarışmalarının önemi üzerine) 2 dakikalık bir konuşma hazırlamalarını istiyorlar, yine argümanların listelendiği bir kağıdı katılımcılarla paylaşarak. Fakat önceki aşamadan farklı olarak, bu kez bir zaman sınırı koymuyorlar. Bunun yerine, “Ne kadar zamana ihtiyacınız olduğunu düşünüyorsanız o kadar zamanda tamamlayın lütfen, sonrasında çıkabilirsiniz.” 💁🏽♀️ diyorlar.
Şimdi burası çok kilit: İlk konuşmayı hazırlamak için kendilerine 15 dakika verilmiş olan katılımcılar, ikinci konuşmayı hazırlamak için herhangi bir zaman kısıtlaması olmamasına rağmen, ilk konuşmayı 5 dakikada hazırlamaları istenen katılımcıların ikinci konuşmayı hazırlamak için kullandığı süreden yine daha uzun bir süre kullanıyor (Bu fark elbette istatistiksel olarak anlamlı).
Kısacası, bir görevin bir kez “X sürede tamamlanacağı” bilgisini aldıktan sonra göreve ayıracağımız süreyi bu bilgi ışığında kısaltıyor veya çekip uzatıyoruz gibi gözüküyor. Üstelik bununla da kalmayıp, benzer görevlerle tekrar karşılaştığımızda da ilk etapta edindiğimiz süre bilgisini işleme sokup yine benzer miktarda zaman harcayarak tamamlıyoruz bu görevi, temelde daha kısa zamanda tamamlayabilecek olsak dahi.
Bu konu üzerine konuşmaya, farklı perspektiflerden açıklamaya devam edeceğim sonraki paylaşımlarda 🌸
Kaynak:
Aronson, E., & Gerard, E. (1966). Beyond Parkinson’s law: The effect of excess time on subsequent performance. Journal Of Personality And Social Psychology, 3(3), 336-339. doi: 10.1037/h0023000
Bu gönderiyi Instagram’da gör