
Hiç düşündünüz mü, performans ve verimlilik kelimeleri günlük hayatta alışık olduğumuz üzere, gerçekten de eş anlamda kullanılabilir mi?
Moore ve Tenny, 2012 yılında yayınladıkları bir makalede, performans (performance) kelimesini, “bir ürünün üretilebilmesi için harcanan zaman ve pahadan bağımsız olarak ürünün kalitesi ve miktarı” şeklinde tanımlanıyor. Örneğin, 50 soruluk bir testte doğru cevapladığım soruların toplamı veya bir beyin fırtınası seansında ekip olarak ürettiğimiz fikirlerin toplamı ve kalitesi.
Verimlilik (productivity) ise “birim başına performans” olarak tanımlanıyor.Örneğin, 1 saatte 50 soruluk bir testte doğru cevapladığım soruların toplamı veya 30 dakikalık bir beyin fırtınası seansında ekip olarak ürettiğimiz fikirlerin toplamı ve kalitesi.
Şimdi buradaki sıkıntı şu, zaman baskısı üzerine yapılan çalışmaların büyük bir çoğunluğu aslında performansa odaklanıyor, verimlilikse saf dışı kalıyor. Yani mesele, elimdeki son teslim tarihine dek toplamda ne kadar çok ve kaliteli üretebildiğim oluyor, üretmek için masa başına oturarak harcadığım net zamandan bağımsız olarak. Fakat bir günde, haftada ve ayda ancak belli sayıda saatlerimizin olduğunu düşünürsek, bu saatleri en etkili şekilde kullanabilmek için performans ve verimlilik ayrımını başarılı bir şekilde yapabilmemiz lazım.
Şimdi bu bilgi ışığında, 1985 yılında yayımlanmış bir çalışmaya göz atalım. Çalışmada, katılımcılara çözmeleri için birtakım anagramlar veriliyor. (Anagram, aynı harflerle yazılmış ama harfleri yer değiştirince farklı anlamlara gelen sözcükler. Örneğin, çiçek-çekiç gibi.). Ardından katılımcıların yarısından çözebildikleri kadar anagramı 5 dakika içinde çözmeleri, diğer yarısındansa bunu 20 dakika içinde yapmaları isteniyor.
Sonuçlar gösteriyor ki, 5 dakika grubu toplamda ortalama 23.4 anagram (dakika başına 4.7 anagram), 20 dakika grubuysa toplamda 44.4 anagram (dakika başına 2.2 anagram) çözebilmiş.
Bu noktada dikkatinizi çekmek isterim, işe ayrılan zaman 4 kat artmasına rağmen performans yalnızca ortalama 2 kat artıyor (23.4 -> 44.4 anagram) ve fark ettiyseniz lineer bir artıştan söz edemiyoruz. Bununla birlikte verimlilik, yarı yarıya düşüyor (dakika başına 4.7 -> 2.2 anagram).
Dolayısıyla işi bitirmek için kendimize koyduğumuz deadline çok kısaysa, yetersiz bir iş ortaya koyma riskimiz var. Çok uzunsa, yeterli ve iyi bir iş ortaya koysak da kendi zamanımızdan çaldığımız için verimsiz çalışmış olma riskimiz var. Yani “sweet spot” dedikleri o can alıcı nokta, işe devam etmekten sağladığımız faydayı maksimize edip, pahayı (yani zamanı) minimize ettiğimiz nokta aslında.
Bu biraz şuna benziyor, 4 saat çalışıp 80 TL kazanmayı mı tercih ederim, yoksa 10 saat çalışıp 100 TL kazanmayı mı?
Nedendir bilmem, zamanı paraya çevirerek düşünmek zihnimde verimlilik kavramını daha iyi canlandırabilmemi sağlıyor hep. Çünkü harcadığım zamanı denklemin içine katmazsam, yani sadece performans kıstasıyla düşünürsem, elbette 100TL>80TL.
Peki siz, 4 saat çalışıp 80 TL kazananlardan mı, 10 saat çalışıp 100 TL kazananlardan mısınız? Yeterli emeği ve zamanı harcadıktan sonra artık elinizdeki işin üzerinde uğraşıp durmanın size artık pek de bir şey kazandırmadığını ve bir sonraki işe geçme vaktinin geldiğini fark edebiliyor musunuz?
Kaynaklar:
Kelly, J. R., & McGrath, J. E. (1985). Effects of time limits and task types on task performance and interaction of four-person groups. Journal of personality and social psychology, 49(2), 395.
Moore, D. A., & Tenney, E. R. (2012). Time pressure, performance, and productivity. In Looking back, moving forward: A review of group and team-based research (pp. 305-326). Emerald Group Publishing Limited.
Bu gönderiyi Instagram’da gör