
TUTKU (“GRIT” TANIMI, 2. ELEMENT):
“Başarılı olmak istiyorsan, tutkunu takip et.”. Hatta öyle yürüyerek takip etmek yetmez, maazallah yeterince hızlı değilsindir falan, sen iyisi mi “Tutkunun peşinden koş.”. Öyle ya da böyle, kulağımızın bir ucuna ilişmiştir bu cümleler hayatımızın bir noktasında. Şöyle bir durup kurcalamışızdır belki, “Benim tutkum ne acaba?”. Öyle ya, tutkumuzun ne olduğunu bilmezsek nasıl koşabiliriz ki peşinden? Hiiii, nasıl başarılı olabiliriz tutkumuzun peşinden koşamazsak?! Ay allah korusun.
Tutkunun peşinden koşmanın, başarı ve yaşam hakkında inandığımız her şeyin kalbinde yatan tehlikeli ve kısıtlayıcı bir fikir oluşu beni hep rahatsız etmiştir, diyor Terri Trespicio “Stop searching for your passion” isimli TEDx konuşmasında. Ve sarkastik bir üslupla ekliyor, “Bir tek tutkunuz var ve sizin işiniz önce onu bulmak, ardından diğer her şeyi bir kenara bırakarak onun peşinden gitmek. Eğer bunu yaparsanız, her şey sihirli bir şekilde yerine oturacak. Ha eğer yapamazsanız, üzgünüm, başaramadınız!”. Hakkını vermek isterim, Trespicio tutkunun peşinden koşmama konusunda oldukça tutkulu bir motivasyonel konuşmacı 😉
Peki, bilim bu tutku meselesi hakkında ne düşünüyor acaba? Angela Duckworth’ün grit tanımının ikinci elementi de tutkuydu sonuçta, hatırlayalım.
Eh, başarıyı anlamaya ant içmiş, bu işe yıllarını vermiş bir araştırmacı tutku önemli diyorsa önemlidir. Değil mi? I-ıh. Değil. Yani, bildiğimiz anlamda değil. Ne demek istediğimi anlatabilmek için, Türk Dil Kurumu’nun online sözlüğünde “tutku” yazıp arattığımda çıkan sonuçları paylaşmak istiyorum:
1. irade ve yargıları aşan güçlü bir coşku, ihtiras
2. güçlü istek ve eğilimin yöneldiği amaç
3. aşırı düşkünlük
Güçlü coşku, ihtiras, aşırı düşkünlük. Böyle tanımlıyoruz tutkuyu, yoğun duygularla. O zaman, yapmak istediğimiz işe karşı tam da böyle yoğun duygular hissettiğimizde o bizim tutkumuz olmuş oluyor ve onu sonsuza dek takip ediyoruz herhalde, değil mi? Oyunbozanlık yaptığım için özür dilerim, ama, DE-ĞİL.
Çünkü Duckworth’ün grit tanımında geçen tutkunun bileşeni sandığımız gibi “yoğun duygular” değil, aksine “zaman içinde değişmeyen bir tutarlılık”.
Yani bir işe büyük bir hevesle, coşkuyla ve umutla girişip birkaç ay, hatta belki birkaç yıl boyunca tüm zamanını ve emeğini o işe yatırmak değil mesele Duckworth için, söz konusu tutku olduğunda. Hayır, o, yirmi, otuz, kırk yıl sonra da bambaşka alanlara atlamadan, hala aynı işe ilgi duymaya, bu konuda çalışmaya devam edip etmediğine bakarak bir tutku skoru belirliyor her birey için.
Dikkat ettiniz mi, “ilgi” dedim. İlgi, ne kadar da küçücük geldi kulağa gözümüzü korkutan devasa kelime “tutku”nun yanında değil mi? Fakat Angela’nın çalışmaları gösteriyor ki, bugün müthiş başarılara imza atmış olan herkes için her şey gerçekten de sadece ufacık bir ilgiyle başladı. Öyle zannettiğimiz gibi kocaman bir tutkuyla değil.
Yıllar boyu bu ilgiyi ufak ufak beslemeye devam ettiler, attıkları çeşitli adımlarla, hatta bazen hiç farkına dahi varmadan. Onlar besledikçe ilgi topları büyüdü, avuç avuç taşıdığımız kartoplarını ekleyerek büyüttüğümüz bir kardan adam gibi. Amerikalı ünlü şef ve yazar Julia Child’ın dediği gibi, “Daha çok yemek yaptıkça yemek yapmayı daha çok sevdim.”.

Julia Child
Sonra “incelikli çalışma” evresi geldi (başka yazılarda üzerine daha detaylı konuşacağım), bu da yıllar sürdü, emek aldı, zaman aldı. ÇOK emek ve zaman aldı.
Ardından son evreye girdiler, tüm bu yıllar süren emek ve çalışmalarını başkalarına hizmet etmek, dünyada bir şeyleri değiştirmek için nasıl kullanabileceklerini anlamaya başladıkları. İşte ancak o zaman bir tutkuları oldu, yıllar boyu bolca emek ve zaman vererek, çokça ter dökerek geliştirip büyüttükleri “ilgi”leri, başkalarının hayatlarına pozitif yönde dokunabildiğinde.
Kısacası, başarının psikolojisi üzerine yapılan araştırmalar gösteriyor ki, tutku böyle evde oturup dururken bir anda keşfedebileceğimiz ve birden sokağa fırlayıp çılgınca peşinden koşturabileceğimiz bir şey değil. Sürecin yapısına aykırı bir kere.
Emek vererek, süreçte aktif rol alarak, kendimize, tüm başarı ve başarısızlıklarımıza bolca zaman tanıyarak, 1000 kez düşüp 1001. kez ayağa kalkarak (perseverance, selam!), her gün ilgimizi bir doz besleyerek, her gün işimizde bir şeyi bir önceki günden daha iyi yapmaya çalışarak, en nihayetinde gelişip serpilen ilgimizi dünyada pozitif bir iz bırakabilmek için nasıl kullanacağımızı anlamaya başladığımızda neye benzediğini keşfedebileceğimiz bir şey tutku. O noktadan sonra da zaten peşinden koşmaya çalışmamıza lüzüm yok, o güne dek her ne yaptıysak onu yapmaya devam etmemiz kafi. En azından araştırmalar böyle söylüyor 🙂
Ne diyelim, tutkumuzun peşinden koştuğumuz değil, ilgimizi besleyip büyüttüğümüz günlere…
Bu gönderiyi Instagram’da gör