YETENEK > EFOR MUDUR? / DOĞALLIK YANILGISI

Son üç yazıda (grit, perseverance, tutku) müthiş başarılara imza atmış kişilerin en önemli ortak karakter özelliği olan grit’in her iki elementini de masaya yatırdık. Bu paylaşımda da Angela Duckworth’un başarının psikolojisine dair ortaya koyduğu teorisini özetleyen iki matematiksel denkleme göz atalım diyorum.
Dikkat çekmekte fayda var, bu denklemler elbette başarıya giden yoldaki tüm faktörleri (dış etkenler, şans vb.) kapsamıyor. Yalnızca bu yolda ilerlerken bireysel olarak atabileceğimiz adımlara ve sonuçlarına ışık tutuyor. Gelsin bakalım başarının matematiksel denklemleri:
Yetenek x Efor = Beceri
Beceri x Efor = Başarı
Bu gönderiyi Instagram’da gör
Duckworth’ün çalışmaları gösteriyor ki, evet, doğuştan gelen yeteneğin başarı denkleminde elbette bir yeri var. Sarf ettiğimiz eforun sonucunda becerilerimizin ne kadar hızlı gelişeceğini belirleyen bir faktör en nihayetinde kendisi.
Fakat “yetenek”, büyük başarıların yegane sırrı DEĞİL. Gördüğünüz gibi okkalı bir “efor” çarpanı var ortada, yeteneğin aksine her iki denklemde de boy gösteren. Eforu ortadan kaldırdığımızda, “Yapabilirdim ama yapmadım 🙇🏽♀️.”dan bir adım öteye gidemiyoruz, ne yeteneğimizin bir anlamı kalıyor ne de becerimizin.
Kısacası, yeteneğin bir sayıldığı yerde efor iki sayılmalı, diyor Duckworth.
Olayı biraz hikayeleştirmeyi deneyelim mi birlikte? Gelin Hanzade Buğu Su ve Macide Nur isimli iki hayali karakter düşünelim (isimlerin telif hakları sevgili @hihieved ‘e ait 😄). Yetenek elbette bu şekilde ölçülebilen bir şey değil, fakat hikaye bu ya, Hanzade Buğu Su’nun 2 birimlik yeteneği olsun piyano çalma konusunda. Piyano çalışmak için de haftada 1 saat ayırsın diyelim. Macide Nur’sa 1 birimlik yeteneğe sahip olsun ve haftada 2 saatini ayırsın piyano çalışmak için. Angela’nın matematiği üç aşağı beş yukarı doğruysa, 1 hafta sonunda Hanzade Buğu Su’nun elde edeceği başarının 2 birim olması gerekirken (I .2×1=2 birim beceri ve II. 2×1=2 birim başarı), Macide Nur’un elde edeceği başarı 4 birim olmalı (I. 1×2=2 birim beceri ve II. 2×2=4 birim başarı)
Yani Angela’nın deyimiyle, “Bir başkasından iki kat yetenekli fakat onun yarısı kadar çalışkan olan biri, onunla aynı beceri seviyesine ulaşabilir, fakat uzun vadede çalışkan kişiden belirgin olarak daha az yol katedecektir.”.
Peki durum böyleyse, neden içten içe büyük başarıları, kişilerin sarf ettikleri efordan ziyade yetenekleriyle bağdaştırmaya meyilliyiz? İçten içe diyorum, çünkü araştırmalar gösteriyor ki, doğrudan “Yeni bir çalışanı işe alırken zekası mı yoksa çalışkanlığı mı sizin için daha önemlidir?” gibi bir soruya maruz kaldığımızda eforu belirgin olarak yeteneğin önünde tutuyor ve “Çalışkanlığı tabii!” diyoruz. Fakat psikoloji alanında çalışmalar yapanlar bilirler, cevabını merak ettiğimiz her soruyu böyle pattadak sormayız katılımcılarımıza.
Peki ne yaparız öyleyse? Cevabı, Prof. Chia-Jung Tsay’dan gelsin.
Chia, profesyonel müzisyenlerden oluşan bir gruba, iki genç piyanistin biyografilerini veriyor ve okumalarını istiyor. Geçmiş başarıları değerlendirildiğinde tıpatıp aynı seviyede bu genç piyanistler. Fakat okudukları biyografilerden ilkinde piyanistin “erken yaşlarda kendini belli eden bir yeteneği” olduğunu (doğal yetenek koşulu), ikinci piyanistinse “erken yaşlarda kendini belli eden yüksek motivasyon, sebat ve azmi” olduğunu (efor koşulu) öğreniyorlar. Ardından profesyonel müzisyenlerimiz her iki genç piyanistin piyano çalışını dinliyor bir süre. Ama… bilmedikleri bir şey var: Aslında dinledikleri piyanoyu çalan yalnızca bir piyanist var ortada.
Ardından hem biyografilerini okudukları hem de performanslarını dinledikleri (!) bu iki piyanistten hangisinin gelecekte iş bulma ve başarılı olma ihtimalinin daha yüksek olduğu soruluyor. Bu kez sonuçlar şaşırtıcı: “Doğal yeteneği” olduğunu öğrendikleri piyanistin “çalışkan” piyaniste kıyasla gelecekte iş bulma ve başarılı olma ihtimalini daha yüksek görüyor profesyonel müzisyenlerimiz. Kısacası, yetenek mi efor mu sorusuna doğrudan maruz kalmadığımız sürece yeteneği kayırma eğilimimiz var gibi gözüküyor, ki literatürde de bu olguya “doğallık yanılgısı” (naturalness bias) adı verilmiş.
Bilişsel yanlılıklarımızla mücadele edebilmenin ilk adımı, onları tanımaktan geçiyor. Bu paylaşımın amaçlarından biri bu. Aynı zamanda, doğallık yanılgısı, sabit bakış açısının (fixed mindset) da oldukça çarpıcı bir örneği bana kalırsa, fakat bu konudan Prof. Carol Dweck ve çığır açan çalışmalarından bahsederken değineceğim. Malum, her paylaşımın da bir sonu olmalı değil mi? 😊