
Geçen hafta Instagram storylerimde bir sıkıntımdan bahsetmiştim. Her sabah 5’te kalkıyor, hazırlanıyor, kahvaltı ediyor, öğle yemeğimi paketleyip işe gidiyor, akşam 5-6 gibi işten eve dönüyor, yemek hazırlıyor, yiyor, duş alıyor ve 9-10 gibi uyuyordum. Ve bu döngü birkaç haftadır devam ediyordu. Nasıl oluyor anlamıyordum ama zaman fiiiiiyuuv su gibi akıp geçiyordu 💨 İşe gitmek, hayatta kalmaya devam etmek ve yeni evin işleriyle ilgilenmek üçlüsünü çıkardığımızda şu hayatta en severek yaptığım birkaç şeyden biri olan içerik üretmeye de hiç zaman kalmıyordu.
Bu sıkıntımdan ilham alarak bu hafta biraz zaman algısı üzerine düşünelim ve birlikte farklı bilimsel çalışmaları inceleyelim istiyorum. Hemmen kemerleri bağlayıp zamanda ilk yolculuğumuza çıkalım!
2007 yılında Baylor College of Medicine’de gerçekleştirilmiş bir çalışmada katılımcılara bir dizi fotoğraf gösteriliyor. Bu fotoğrafların büyük çoğunluğu da tıpatıp aynı: Kahverengi bir erkek ayakkabısı. Ama ara sıra, nadir de olsa kahverengi ayakkabı yerine bir çalar saat fotoğrafı beliriveriyor ekranda.
Meraklısına: Bu, katılımcıları birbirini tekrar eden uyaranlar serisinin içinde olağan dışı bir uyarana maruz bırakma yöntemi aslında bilişsel psikoloji araştırmalarında sıklıkla kullanılan bir yöntem, adına da “oddball paradigm” deniyor. Devam edelim.
Her fotoğraf dizisinin gösterimi tamamlandığında katılımcılardan çalar saatin ekranda gözükme süresini kahverengi ayakkabıların ekranda gözükme süresiyle kıyaslamaları ve arada bir fark olup olmadığını belirtmeleri isteniyor. Katılımcılar, tekrar tekrar aynı gözlemi raporluyor: “Çalar saat, kahverengi ayakkabılardan daha uzun süre kaldı ekranda”. Bu oldukça ilginç, çünkü kahverengi ayakkabılar ve çalar saatin ekranda kalma süresi aslında tıpatıp aynı! Ama işte, katılımcılar hiç de öyle düşünmüyor.
Bu gönderiyi Instagram’da gör
E peki sebebi ne olabilir bu durumun? Çalışmanın yazarları arasında yer alan ünlü sinirbilim uzmanı/yazar David Eagleman, bu durumu şöyle yorumluyor: “Bir şeyi ilk kez deneyimlediğimizde beynimiz hemen o şeyle ilgili çılgınca not almaya başlar. Ama o şeye tekrar tekrar maruz kaldığımızda giderek o uyaranla ilgili not almak için daha az enerji ayırır zihin. Sekizinci, dokuzuncu kez o kahverengi ayakkabıya maruz kalınca da artık minicik bir bakışta “kahverengi ayakkabı işte” demeye başlar, çok da umursamadan. Ama onca kahverengi ayakkabıdan sonra karşısına pat diye bir çalar saat çıkınca beyin bu yeni uyaran için yine bir çırpıda not defterini kalemini çıkarıp işe koyulur. Sekizinci, dokuzuncu kahverengi ayakkabıda artık neredeyse hiç not almayan zihin, çalar saatte yeniden hızla not tutmaya başlayınca da bu içeriksel yoğunluk farkı zaman algısında kaymaya sebep oluyor olabilir.”.
Yani kısaca özetlemek gerekirse, “yenilik”, zamanı esnetiyor gibi gözüküyor; sıradanlıksa tam tersi bir etki yapıp algıladığımız zamanı kısaltıyor, bir anlamda fiiiiyuuuv su gibi akıp gitmesini sağlıyor. Tıpkı benim aynı sıradan haftalık rutinin içinde dönüp dururken zamanın hızla akıp gittiğini düşünmem gibi. Şimdi lütfen bu bilgiyi aklınızda tutun, üzerine tekrar konuşacağız 🙂
Ayrıntılı okuma yapmak isteyenler için anahtar kelimeler: duration distortion, debut effect, time-shrinking
Kaynak:
Pariyadath, V., & Eagleman, D. (2007). The Effect of Predictability on Subjective Duration. Plos ONE, 2(11), e1264. doi: 10.1371/journal.pone.0001264
berna
Uyumadan önce blogundan seçtiğim bir yazıyı meditasyon müziği eşliğinde okumak mı 🌊 En sevdiğim 😴