HATA YAPTIĞINI KABUL ETMEK BU KADAR ZOR MU? : BİLİŞSEL ÇELİŞKİ TEORİSİ VE DOĞAYA BİR MEKTUP

Twitter’da “Türkçe’de söylenmesi en zor söz hangisi?” diye sormuş birisi geçenlerde. Hepimizi derinden etkileyen şu son 10 günlük süreçte, hem tüm gelişmeleri takip edip hem ülkeyi yönetenlerin konuya yönelik açıklamalarını dinledikçe iyice emin oldum bu soruya verilmesi gereken 4 maddelik cevaptan:
- “Hata yaptım.”
- “Sorumluluk benimdir.”
- “Yürekten özür dilerim.”
- “Fakat elbette yalnızca özür dilemem yeterli değil. İlerleyen süreçte bu acıların bir daha yaşanmamasını sağlamak için yapacağım şeylerin (bilimsel destekli) listesi şudur: …”
İki başarılı sosyal psikolog olan Carol Tavris ve Elliot Aronson tarafından kaleme alınan “Mistakes Were Made, But Not By Me” (Hatalar Yapıldı, Ama Benim Tarafımdan Değil) isimli harika kitap, “Hata yaptığını kabul edebilen bir devlet başkanına sahip olmanın nasıl bir şey olabileceğinin hayalini kuruyorduk.” cümleleriyle başlıyor [5].

Hatalar Yapıldı (Ama Benim Tarafımdan Değil)
Kitap boyunca, sosyal psikoloji literatüründe “Bilişsel Çelişki” (Cognitive Dissonance) olarak bildiğimiz teoriyi onlarca farklı bilimsel çalışma ve Amerika’da yaşanmış çeşitli toplumsal olaylar eşliğinde derinden inceleme fırsatımız oluyor. 1956 yılında sosyal psikolog Leon Festinger tarafından ortaya atılan bu teorinin temelindeyse, özetle beynin inanç, tutum ve davranış üçgeninde her an tutarlı olmaya ve “tutarlı kalmaya” yönelik duyduğu arzu yatıyor [2].
Örneğin, “Doğayı korumak ve karbon ayak izimi azaltmak benim için önemli ve değerlidir.” diyen Emily, süpermarkette plastik poşet kullanmamak için evden getirdiği bez torbayı kullandığında inancıyla tutarlı bir davranış sergilemiş olur. Burada bilişsel çelişki yaşanmaz. Fakat aynı Emily, bir yandan da “Nasıl olsa iade seçeneği var.” diyerek internetten sık sık yaptığı tekstil ürünü alışverişlerini azaltmamakta direniyor ve hem kargolar hem de bu ürünlerin üretiminde harcanan kaynaklar yoluyla karbon ayak izinin artışına neden oluyorsa, inancıyla tutarsız bir davranış sergilemiş olur.
BİLİŞSEL ÇELİŞKİ YAŞAYAN EMILY, TUTARLILIĞA YENİDEN ULAŞMAK İÇİN NELER YAPABİLİR?
Bu noktada karakterimiz Emily bilişsel çelişki yaşar ve tıpkı açlığın yarattığı fizyolojik stresi sönümleyebilmek için hemen yiyecek bir şeyler aramaya başlamak gibi, bilişsel çelişkinin yarattığı psikolojik stresi sönümleyebilmek ve yeniden “tutarlılığa” ulaşabilmek için hızla aksiyona geçmek ister [4]. Şimdi Emily’nin önünde, tutarlılığa ve bilişsel konfora yeniden ulaşabilmek için uygulayabileceği birkaç farklı yöntem vardır ve içlerinden birini seçmesi gerekir:
Davranışı sabit tutup inancı değiştirmek
Bu örnek özelinde, “Doğayı korumak ve karbon ayak izimi azaltmak benim için o kadar da önemli ve değerli değil.” inancını benimsemek. Dolayısıyla, “Bu benim için artık çok da önemli bir mesele değilse, kargoları veya sipariş ettiğim ürünler için tüketilen kaynakları düşünüp endişelenmeme de gerek yok.” sonucuna ulaşılabilir. Fakat özellikle kendimizle özdeşleştirdiğimiz veya büyük önem atfettiğimiz bir inanç söz konusu olduğunda bunu yapmak oldukça zor.
İnancı sabit tutup davranışı değiştirmek
“Doğayı korumak ve karbon ayak izimi azaltmak benim için gerçekten de önemli ve değerli. Bu nedenle internetten yaptığım tekstil ürünü alışverişlerini azaltmayı, her alışveriş öncesinde kendime ‘Buna gerçekten ihtiyacım var mı?’ diye sormayı, gerekirse alışveriş listemdeki maddeleri en azından 1-2 hafta bekleterek yeniden gözden geçirmeyi alışkanlık edinmeyi seçiyorum.” demek ve uygulamak.
İnancı ve davranışı sabit tutup davranışı algılama şeklini değiştirmek
“Tamam çok tekstil ürünü alışverişi yapıyor olabilirim ama en azından başkalarının aksine sürdürülebilir etiketli koleksiyonlardan alışveriş yapmaya çalışıyorum ben.”, “X gazetesinde karbon ayak izinin artışına internette yaptığım alışverişlerden çok daha fazla katkıda bulunan eylemler olduğunu okumuştum. Benim yaptığım alışverişler o kadar da büyütülecek bir etken değil yani.” veya daha ileri gidersek “Yok canım, yanlış bilgi o, palavra. Kargo gönderimi karbon ayak izine katkıda bulunmuyor.” demek gibi. Kısacası bu seçenekte Emily, kendi davranışını haklı çıkarma yoluyla [self-justification] bilişsel konfora ulaşmaya çalışıyor. Bu eylemin, yalan söylemekten ya da bahaneler üretmekten farkı ise, kişinin yaptığı davranışın doğruluğuna kendisini hakikaten o ya da bu şekilde ikna ediyor olması – ki böylece pozitif benlik imajını korumaya ve iyi hissetmeye devam etmesi de mümkün oluyor. İşte tam da bu yüzden, self-justification, bile isteye yalan söylemekten daha güçlü ve daha tehlikelidir; gerçeklikten koparır, sorumluluk alıp etkili ve kalıcı çözümler üretmekten uzaklaştırır, diyor Tavris ve Aronson.
Bilişsel çelişkiyi en iyi özetleyen şeyse, sevgili rahmetli hocam Prof. Nuri Bilgin’in Ege Üniversitesi’ndeki sosyal psikoloji derslerimizde aklıma kazıdığı, 1968 mayıs olaylarının mottosu olmuş olan o cümle bana kalırsa:
“Düşündüğün gibi yaşa, yoksa yaşadığın gibi düşünmek zorunda kalırsın.” [1]
HATA YAPTIĞINI KABUL EDEBİLMEK YA DA EDEMEMEK, İŞTE TÜM MESELE BU
Yazının girişinde değindiğim hata yaptığını kabul edebilme meselesine geri dönecek olursak, güncel sinirbilim çalışmalarının bize gösterdiği bir şey var: Beynin “varsayılan sürümü” zinhar sevmiyor hata yaptığını kabul etmeyi. Hatta hata yapmış veya yanılmış olabileceğini işaret eden enformasyon karşısında fiziksel olarak acı çekiyor.
2016 yılında Nature dergisinde yayınlanan bir beyin görüntüleme araştırması, katılımcılara politik görüşlerine zıt düşecek kanıtlar gösterildiğinde; beyinde korku, tehlike ve acıyla ilişkilendirilen insula ve amigdala bölgelerinde aktivasyonun arttığını göstermiş örneğin [3].

Kırmızı/sarı alanlar katılımcıların politik görüşlerine zıt düşecek yönde kanıtları incelerken gerçekleşen aktivasyonu temsil ediyor.
[Dipnot] : Bu konu üzerine ayrı bir postta daha detaylı konuşuruz fakat şimdilik bilmeniz gereken; insan, bilişsel çelişki nedeniyle, fikirlerine ters düşen kanıtlarla karşılaştığında o kanıtları evirip çevirip başlangıçtaki inancına uydurma ve böylece ilk etapta savunduğu o fikre daha da sıkı sarılma eğiliminde olan bir canlı. Rasyonel değiliz, hiçbir zaman da olmadık. Fakat bu döngüyü kırabilmenin ilk ve en önemli adımı, beynin doğuştan sahip olduğu bilişsel yanılgıları öğrenmek. Bu postu okuyarak yaptığınız gibi.
E peki ne yapacağız, sırf sancılı diye yaptığımız hataları/savunduğumuz yanlış fikirleri göz ardı ederek, o ya da bu şekilde kendimizi aklayarak gelişme, dönüşme ve ilerleme fırsatından mahrum mu kalacağız? Tabii ki hayır.
Ne yapabiliriz öyleyse?
- Bilimsel kaynakları okuyabilir, alanında uzman akademisyenlere ve araştırmacılara kulak verebilir, savunduğumuz fikirlere körü körüne bağlı kalmayıp yeni edindiğimiz bilgilerle dönüşmeye ve fikirlerimizi değiştirmeye açık olabiliriz.
Ünlü bir Twitter atasözünün de dediği gibi, “Normalize changing opinions when presented with new information.” - Aldığımız kararları gözden geçirip bilişsel çelişkiye düştüğümüz ve self-justification yaparak çıktığımızı fark ettiğimiz yerlerde şöyle bir durup durumu yeniden değerlendirebilir, hata yaptığımızı veya yanlış bir fikri savunduğumuzu gördüysek farkına varabilme, kabul edip sorumluluk alma cesaretini gösterebiliriz.
- Bireysel olarak gelişebileceğimiz noktaları tespit edip minik adımlarla davranışlarımızı değiştirebilir, yani aksiyona geçebiliriz. Nitekim Leon Festinger’in “When Prophecy Fails” (Kehanet Boşa Çıktığında) isimli kitabında da altını çizdiği gibi, “Zihinde bilişsel çelişkinin yarattığı o rahatsızlığı azaltma isteği, davranış değişimleri için harika bir motivatör de olabilir.” [2].
Bu anlattıklarım çok kolay değil belki, evet. Hem farkındalık, hem açık bir zihin, hem de konfor alanından ve alışkanlıklardan sıyrılabilme cesaretini ve becerisini gerektiriyor. Fakat imkansız da değil. Hem de hiç değil.
Son bir haftadır her gün küresel ısınma, içimizi yakan yangınlar ve ekosisteme ilişkin okuduklarım üzerine düşünüyorum. Muhtemelen daha önce hiç düşünmediğim kadar. İklim krizi, içinde yaşadığımız ve gelecek nesillerden ödünç aldığımız biricik dünyamızın inkar edilemez bir gerçekliği. Doğanın sorumlusu olduğumuz yaralarını sarmak ve hep bahsi geçen o “elini taşın altına koyma”nın hakkını verebilmekse öncelikle hep birlikte “Ben bireysel olarak ne yapabilirim?“i sorgulamaktan, bol bol araştırmaktan, öğrenmekten ve kanıta dayalı bilgiyi paylaşmaktan geçiyor.
Gelin birçoğumuzun deneyimlediği “İklim krizi olduğunu biliyorum (gerçek). Bu noktada dünyayı korumak ve iyileştirmek benim için değerli (inanç). Fakat bu konuda pek de bir şey yapmıyorum (davranış).” bilişsel çelişkisinden, inancı sabit tutup davranışımızı değiştirerek çıkalım hep birlikte.
Zira dünyanın; kendimizi iyi hissedebilmek için davranışlarımızı o ya da bu şekilde aklamaya çalışmamıza değil, yalnızca ve yalnızca gücümüzün yettiği kadarıyla etkili ve kalıcı davranış değişimleri için harekete geçmemize ihtiyacı var.
Ben isterim ki bu postu, “İlerleyen süreçte doğanın kendini onarışına destek olmak ve karbon (ve su) ayak izimi azaltabilmek için bireysel olarak halihazırda yaptığım/yapacağım şey(ler) şudur: …”u paylaşıp biraz konuyla ilgili sohbet etmek için kullanalım. Altını çizmek istiyorum, burada amaç kesinlikle mükemmele ulaşmak, her şeyi bir anda doğru yapmaya çalışmak değil! Eco-tükenmişliğe yakalanmanızı asla istemem. Amaç, yalnızca bireysel olarak atabileceğimiz minik adımlar ve o minik adımlar zamanla alışkanlığa dönüştükçe psikolojik/ekonomik kotamızda yer açılacak başka minik adımlar için birbirimize ilham vermek. Yani hayali karakterimiz Emily, burayı okuyorsan, bil ki bu ay, bir önceki aydan farklı olarak “Ya aslında düşününce, bunu almama çok da gerek yok.” diyerek online alışveriş sepetinden çıkaracağın birkaç ürün de işte o minik adımlardan biridir, bilişsel çelişkinin stresini atmanın da güzel bir yoludur üstelik.
DOĞAYA KÜÇÜK BİR MEKTUP, BİR SÖZ
Şimdi, kaleye ilk mumu ben dikmek, çuvaldızı yalnızca kendime batırmak isterim:
“Sevgili doğa, ben Ece. 27 yaşındayım. Bir zamanlar seni korumak ve iyileştirmek için daha hevesliydim. Vegandım, eski t-shirtlerimi kesip pazarda kullanmak için bez torbalar yapar, kendi deodorantımı, hatta makyaj malzemelerimin bir kısmını atıksız doğal malzemelerden kendim üretir, ‘balkonumda nasıl kompost yapabilirim?’i araştırır, denerdim. Sonra bir şeyler oldu. Yavaş yavaş bıraktım. Daha önemli sorunlarım olduğunu düşünerek, seni ikinci plana attım. İnsanın soluduğu havadan, üzerine bastığı topraktan, başını kaldırınca göreceği yemyeşil ağaçlardan, gözlerini kapatınca duyabileceği kuşlardan daha değerli ne derdi olabilirdi ki oysa? Bunu kabullenmek acı verse de, hata yaptım. Yürekten özür dilerim. İlerleyen süreçte senin kendini onarışına, yaralarını sarışına destek olmak için yapacaklarımın tam sıralı listesini veremem belki, malum her şeyi bir anda yapmaya çalışıp mükemmeli hedefleyince başıma nelerin geldiğini tekrar tekrar deneyimledim şu hayatta. Ama işe ne yapmakla başlayacağımı paylaşabilirim: Yaptığım tüm self-justification’ları bir kenara bırakıp et ve süt ürünleri tüketimimi minimuma indirerek (yalnız olduğumda yeniden sadece bitkisel ürünlerle beslenerek) ve haftalık market alışverişlerimize yeterli gelmediği için her seferinde “Neyse olsun, çöp poşeti olarak kullanırız.” diyerek 1 ekstra plastik poşet almamızı gerektiren büyük bez torbama bir bez torba daha ekleyip, plastik kaplı meyve ve sebzeleri de satın almayarak. Alışkanlığa dönüşen her minik adımın ardından bir yenisini daha ekleyeceğime söz veriyorum. Seni çok seviyorum, Ece.”
Dilerseniz yorumlarda kendi mektubunuzu yazabilir, dilerseniz yalnızca önerilerinizi paylaşabilirsiniz. Güzel fikirler biriktikçe ben de derli toplu bir story serisi hazırlamaya çalışacağım, söz. Aynı şekilde konuyla ilgili çok değerli paylaşımlar yapan, beğenerek takip ettiğim hesaplar için de bir seri oluşturmak istiyorum (siz de etiketleyebilirsiniz konuyla ilgili paylaşımlar yapan ve güvenle takip ettiğiniz hesapları bu postun altına).
Yorumlarınızı ilgiyle okuyacağım.
ARŞİVİMDE KALMASINI İSTEDİĞİM BİR KESİT, BİR DİLEK
P.S.: Son olarak, konuyla ilgili yine “Mistakes Were Made, But Not By Me” kitabının son bölümünden çok beğendiğim, yazıya ilham veren ve arşivimde kalmasını istediğim bir kesitin çevirisini yaparak sonlandırmak istiyorum bu yazıyı:
“Nasıl hissederdiniz acaba, bir devlet yetkilisi çıkıp sorumlusu olduğu bir hatayı kabul etse, içtenlikle özür dilese ve yarattığı sorun veya sebep olduğu acı ileride bir kez daha yaşanmasın diye zaman ayırıp (bilimin ışığında) kapsamlı bir eylem planı hazırlayarak sunsaydı? Gerçekten zannedildiği gibi saygınızı mı kaybederdiniz bu kişiye karşı? Yoksa hata yaptığını paylaşabilecek kadar dürüst ve yaptığı yanlıştan ders çıkarabilme kapasitesine sahip bir kişinin gelişime açık yönetiminde olduğunuzu düşünüp rahatlar mıydınız? Hissettiğiniz şey ne olurdu acaba, geleceğe güven duygusu mu?”
Kitabı sona erdirmeden önemli bir noktanın altını çizmeyi de ihmal etmemiş Tavris ve Aronson:
“Tabii, bizim burada bahsettiğimiz şey, dürüst ve insani hataları kapsıyor. Liyakatsizce ve sistematik olarak gerçekleştirilen görevi kötüye kullanmaları değil.”
Sevgiler, Ece ♥️
Kaynaklar:
[1] Bilgin, N. (2011). Sosyal psikoloji. İzmir: Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi.
[2] Festinger, L., Riecken, H., & Schachter, S. (1967). When prophecy fails. New York: Harper & Row.
[3] Kaplan, J., Gimbel, S., & Harris, S. (2016). Neural correlates of maintaining one’s political beliefs in the face of counterevidence. Scientific Reports, 6(1). doi: 10.1038/srep39589
[4] Lowell, J. (2011). Managers and Moral Dissonance: Self Justification as a Big Threat to Ethical Management?. Journal Of Business Ethics, 105(1), 17-25. doi: 10.1007/s10551-011-0931-9
[5] Tavris, C., & Aronson, E. (2007). Mistakes were made (but not by me): Why we justify foolish beliefs, bad decisions, and hurtful acts.
Fulya soyer
Çok güzel bir paylaşım olmuş. Kaleminize sağlık. Market alışverişlerinde bez çanta kullanıyorum, ancak sebze meyve için süpermarketlerde küçük poşetler kullanmamız gerekiyor. Ya da evde çöp poşeti için yine bir poşet kullanmam gerekiyor ve bu bir kısır döngü. Bizim ülkemizde de kese kağıdına geçilmesi gerekiyor sebze meyve için. Ya da bu konuda öneriniz varsa açığım:)
Ece Aybike Ala
Fulya soyerMerhaba, teşekkür ederim yorumunuz için. Açıkçası eğer file torbalara geçiş şansı yoksa meyve-sebzelerin konulduğu o küçük plastik poşetleri atmayıp bir sonraki alışverişinize çıkmadan çantanıza koyup yanınızda götürerek yeniden kullanabilirsiniz diye düşünüyorum. Burada amaç illa ürünleri bez torbayla taşıyor olmak değil, plastik poşet almamız gerektiyse de en azından tekrar tekrar kullanmaya, böylece her seferinde yeni atık çıkarmamaya özen göstermek bana kalırsa 🙂 Sevgiler
Selcen
Yine bilgi dolu, düşündürücü, motive edici bir yazı ve büyük bir emek.. İyi ki seni buldum Ece. Keşke daha çok yazsan, hevesle bekliyorum yazılarını ve YouTube videolarını. İyi ki varsın ❣️
Ece Aybike Ala
SelcenÇok teşekkür ederim ❤️
Günsu
Ece selam, yazını ilgiyle okudum. Ben de kendimle ilgili bir self-justification örneği vermek isterim. Ekolojik yaşamaya çalışan biriydim, yerel üreticilerden alışveriş yapmaya çalışıp olabildiğince az atık çıkarmaya çalışıyordum. Duş süremi bile kısaltıyordum, sifonlara pet şişeler koyuyordum. Sosyal hayatı zorlayan bir yaşamdı ve çevremde böyle yaşayan tek kişiydim. Sonra fabrikaların hava kirletme, su kaynaklarını tüketme vs oranlarına denk geldim. Benim iki yıl dikkat etsem bile fabrikaların 1 ay dolmadan ortaya çıkardığı salınıma denk düşmüyordu. Ben de bireysel çabaların etkisizliğine ve lüzumsuzluğuna kendimi ikna edip önce kompost yapmayı bıraktım. Sonra mali açıdan zorladığı için ilk olarak yerel üreticilere ulaşmayı. Artık marketten vs ürün alıyorum ve aldığım yiyecekler çoğunlukla aburcubur türevi haline gelmiş durumda. Neyse, biraz iç dökme yazısı oldu benimki. Kendimi tekrar sorgulattığın için teşekkür ederim ❤️
Ece Aybike Ala
GünsuMerhaba Günsu. Yaptığımız self-justification’ların farkına varabilmek bile başlı başına büyük bir adım değil mi sence de? Kutlarım bu cesaretinden ötürü, her şeyden önce 🙂 Bahsettiğin konuyla, yani “Koca fabrikaların yanında benim yaptıklarım ne ki?” ile ilgili ayrı bir yazı hazırlamak isterim, meselenin farklı bir psikolojik boyutunu ele alarak. Bir konu üzerine bir kez düşünmeye başlayınca konuşacak ne çok şey çıkıyor altından 🙂 Sevgiler