
Dün gece Brene Brown’un “The Gifts of Imperfection” (Mükemmel Olmamanın Hediyeleri) isimli kitabını okumaya başladım.

(Mükemmel Olmamanın Hediyeleri)
Bilmeyenler için, Brene Brown kariyerini cesaret, kırılganlık, utanç gibi duyguları çalışmaya adamış bir akademisyen – ki Netflix’teki “The Call to Courage” (Cesaret Çağrısı) isimli çok sevilen konuşmasından da hatırlayanlar olacaktır mutlaka.
Kitabın nemli gözlerle bitirdiğim önsözü ve ilk bölümünün ardından Brown’un ikinci bölümde paylaştığı hikaye ve yorumları beni o denli etkiledi ki önce Kim’i yanıma oturtup ona okudum, aldığım “Çok, çok güzel. Keşke bu bilgilere herkesin erişimi olsa, okul panolarına, otobüs duraklarına asılsa.” cevabının ardından da okuduklarımı çevirip özetleyerek sizinle paylaşmaya karar verdim.
Dilerim okuyacaklarınız sizin zihninizi de en az bizimki kadar (şefkatle) açar ♥️
BROWN’UN UTANÇ HİKAYESİ
Brown, günlerden bir gün bir devlet okulu tarafından ebeveynlere bir konuşma yapması için davet ediliyor. Fakat konuşma esnasında, seyircilerin arasından kollarını kavuşturup dişlerini gıcırdatarak ve durmadan “üff! püff!” sesleri çıkararak onu dinlemek istemediğini açıkça belli eden bir ebeveynin (hiç huyu olmadığı halde) onayını ve takdirini kazanabilmek adına çabalamaya başlayınca, normal şartlarda asla yapmak istemeyeceği türden bir konuşma yaparken buluyor kendisini.
Daha yüksek sesle konuşmaya, korkutucu istatistikler paylaşmaya başlıyor ve kurduğu her cümleyle daha çok uzaklaştığını hissediyor kendi otantik üslubundan.
Konuşma sonrasında salonu hızla terk ederken, tahmin edersiniz ki bahsi geçen ebeveynin ne onayını ne de takdirini kazanabilmiş durumda. Üstüne üstlük, senelerini utanç duygusunu çalışmakla geçirmiş bir bilim insanı olarak, bedeninin göndermekte olduğu o “utanç fırtınası” sinyallerinin de ne yazık ki oldukça farkında.
Kuru bir ağız, sıcak bir yüz, çılgınca çarpan bir kalp.
Yavaşlayan zaman algısı.
Zihinde istemsizce, ağır çekimde tekrar tekrar oynatılan o malum anlar.

“Utanç fırtınası”
“Utanç rüzgarları sizi kamçılamaya başladığında, kendinizle ilgili en ufak bir iyi özelliği hatırlayabilmek veya olumlu bir perspektife tutunabilmek neredeyse imkansızlaşır.”, diyor Brown bu hikayeyi anlatırken.
Nitekim arabasına doğru koşar adımlarla ilerlerken, o can acıtıcı “Tanrım, ne kadar aptalım! Neden böyle bir şey yaptım ki?!” iç sesi de bangır bangır yayında.
Ama ne demiştik, senelerini utanç duygusunu çalışmakla geçirmiş bir bilim insanı Brown. Yani, utançla baş edebilmenin en iyi ve en kötü yollarını da en az utancın kendisi kadar iyi tanıyor, biliyor.
“Utanç, gizlenmeye bayılır. Utanç duygusunu tetikleyen deneyimin ardından yapabileceğimiz en tehlikeli şey bu deneyimi gizlemeye, gömmeye çalışmaktır. Çünkü bunu yaptığımızda, yalnızca utancın metastaz yaparak çoğalmasını sağlarız.”, diyor Brown okuduğum anda zihnimde birtakım kapıların açıldığını hissettiğim o sayfalarda.
PEKİ UTANÇLA BAŞA ÇIKMAK İÇİN NE YAPABİLİRİZ?
Çözümü ise şöyle açıklıyor:
“Sezgilerinize aykırı geleceğini biliyorum, fakat utançla başa çıkmak için yapabileceğimiz en iyi şey cesaret gösterip iletişime geçmek. Çünkü utanç, kelimelere dökülmekten nefret eder. Çünkü utanç, paylaşılırsa hayatta kalmayı başaramayacağını bilir. Tam da bu nedenle, böyle anlarda hikayemizi sahiplenmeye ve onu duyma hakkını kazanmış, bize şefkatle yanıt vereceğine güvendiğimiz birisiyle paylaşmaya gereksinim duyarız. Acilen.”
⚠️ AMA! Dikkat etmemiz gereken çok önemli bir noktanın tekrar altını çiziyor Brown: “Hikayemizi paylaşacağımız kişi herhangi bir yakın arkadaşımız veya aile bireyimiz olamaz. O kadar basit değil ne yazık ki. Bu kişinin, paylaşacağımız karanlık utanç hikayemize her ne olursa olsun şefkatle yaklaşacağına güvendiğimiz birisi olması gerekiyor. Çünkü eğer hikayemizi yanlış kişiyle paylaşırsak, halihazırda tehlikeli olan o fırtınaya, savrularak uçacak yeni bir enkaz parçası daha eklemiş oluruz.”
“5 KATEGORİ”
Peki ya utanç hikayemizi paylaşacağımız kişinin doğru kriterleri karşıladığına nasıl emin olabiliriz? Brown’un araştırmaları, işe aşağıdaki 5 kategoriden birinde veya birkaçında yer alan kişileri elemekle başlayabileceğimizi gösteriyor:
👋 Hikayeyi duyup gerçekten de senin adına utanç duyan arkadaş. “Hii!” der ve bunun dehşete düşülesi bir hikaye olduğunu onaylar. Sonrasında garip bir sessizlik yaşanır ve SEN onu daha iyi hissettirmek için çabalarken bulursun kendini.
👋 Kırılganlık karşısında çok rahatsız hisseden ve azarlamaya meyilli arkadaş. “Böyle bir şeyin olmasına nasıl izin verdin? Ne düşünüyordun ki?” favori cümlesi olabilir.
👋 Senin de ara sıra berbat seçimler yapabilecek sıradan bir fani olduğun gerçeğini kabul etmeyi reddeden, “good vibes only” mottolu, olumlama perisi arkadaş. “Abartma canım. O kadar da kötü değil bu anlattıkların. Sen harikasın bir kere, herkes seni çok seviyor.” ve türevleriyle karşılık verir.
👋 Bağ kurmayı, kıyas yapmakla karıştıran arkadaş. “Ohoo, bu hiçbir şey. Sen benim başıma ne gelmişti onu dinle asıl.”
👋 Senin mükemmel olmadığını duymanın onu hayal kırıklığına uğratacağını bildiğin arkadaş. Oysaki o hep sana güvenmişti, senin yıkılmaz bir dağ olman gerekiyordu (!)
“Tabii”, diyor Brown, “Bu, bizim de bu kategorilerden birine dahil edilebilecek arkadaşlar olabileceğimiz gerçeğini değiştirmiyor – özellikle de duyduğumuz utanç hikayesi, bizim içimizdeki utanç fırtınasını da tetiklemişse. Günün sonunda hepimiz insanız, mükemmel olmaktan çok uzağız ve kırılganız.”
Brown eklememiş ama, bu açıklamalar, neden utanç veren anılarımı paylaşmak için kendimi en güvende hissettiğim yerlerden birinin terapi odası olduğunu anımsattı bana.
TELEFON KONUŞMASI
Hikayeye geri dönecek olursak, Brown şefkatli yaklaşımına güvendiği küçük kız kardeşi Ashley’yi arıyor, kendisini sürücü koltuğuna bırakır bırakmaz. Sözlerini ise “Ashley, beni düzeltmeye veya bana kendimi daha iyi hissettirmeye çalışmadı, azarlamadı veya başka bir suçlu aramadı. Sadece beni katıksız bir şefkatle dinledi ve dürüst, empatik cümleler eşliğinde kendi hayatından benzer bir deneyimini paylaştı. Aynı anda hem tamamıyla açık hem de bütünüyle seviliyor ve kabul ediliyor olduğumu hissettim, ki benim için şefkatin tanımı budur.” diyerek tamamlıyor.
Siz ne düşünüyorsunuz okuduklarınız hakkında? Yukarıda bahsi geçen tepkileri daha önce bir arkadaşınızdan almış veya benzer bir tepkiyi siz vermiş miydiniz? Peki utancı saklamak yerine kelimelere dökmeyi başarıp şefkatli bir yaklaşımla cevap aldığınızda hafiflediğinizi, hissettiğiniz utancın da yavaşça buharlaşıp uçtuğunu fark etmiş miydiniz daha önce? Soruların cevaplarını belki burada paylaşmak istemezseniz yalnızca üzerine düşünmeniz de kafi ♥️
View this post on Instagram