• TANIŞALIM
  • BLOG
    • SİNİRBİLİM
    • PSİKOLOJİ
      • ALIŞKANLIKLAR
      • POZİTİF PSİKOLOJİ
      • BİLİŞSEL YANLILIKLAR
      • ÖĞRENME
      • VERİMLİLİK
      • İLİŞKİLER
    • KÜLTÜR
    • HİKAYELER
  • YOUTUBE
  • Ece A. Ala

  • MAĞAZA
  • SSS
  • İLETİŞİM
0

Ece A. Ala

YOL-A ÇIK: İNTERAKTİF DİJİTAL MEKTUP PROGRAMI

8 müşteri puanına dayanarak 5 üzerinden 5.00 puan aldı
(8 müşteri değerlendirmesi)

₺ 500

Her sene yalnızca bir kez, yeni yılın habercisi Aralık ayında açılan Yol-A Çık programı, 2022 dönemi “yolcularıyla” buluşmayı bekliyor! 🙂

Programın içeriği hakkında detaylı bilgi almak için aşağıdaki “Açıklama” bölümünü okuyabilir, programın katılımcıları ne demiş merak edersen bu linke tıklayarak 8 sayfalık bir geri bildirim PDF’ine ulaşabilir, program hakkında aklına takılan ve açıklamalarda cevabını bulamadığın sorular için selam@eceaybikeala.com adresine e-mail göndererek bana ulaşabilirsin.

Önemli not: Programa kaydının tamamlanabilmesi için ödemeni gerçekleştirdikten sonra karşına çıkacak sayfada “Sipariş Detayları” başlığı altında yer alan notu okumayı ve seni yönlendireceği linkteki kısacık formu doldurmayı unutma 🤓

Stokta yok

  • Açıklama
  • Değerlendirmeler (8)

Açıklama

“Yol-A Çık” Nedir?

1-31 Aralık tarihleri arasında;

  • Özündeki “sen”i tanıyıp anlamaya biraz daha yaklaşacağın,
  • Önemli sorular sorup kendine özgü cevaplarını bulacağın,
  • Yeni bir yıla giriş yapmadan önce değerlerin doğrultusunda, hedeflerini birer birer gerçekleştirmek için kendi yol haritanı çizeceğin,
  • Egzersiz PDF‘lerinin yanı sıra ilham veren kitap, video, podcast önerilerilerine erişeceğin,
  • Zihinsel berraklık ve perspektif kazanabilmene yardımcı olacak,
  • (Dilersen) seninle benzer ilgi alanlarını paylaşan bir topluluğun parçası olacağın,
  • Program süresince paylaşımlar yapıp geri bildirimler alabileceğin 1 aylık bir interaktif dijital mektup programı.

Program İçeriği:

  • 14 adet dijital mektup (her hafta pazartesi, çarşamba ve cuma günleri paylaşılacak).
  • 9 adet Discord buluşması (ben her perşembe ve pazar, TR saatiyle 20:00-21:00 arası grupta ve/veya özel mesajlarda programa dair sorularınıza ve yorumlarınıza geri bildirim vermek için aktif olacağım, fakat grup program süresince yolcuların paylaşımlarına daima açık olacak.)

Sık Sorulan Sorular:

Geçen yıl ücretsiz Yol-A Çık programında 24 adet mektup vardı. Bu yıl neden 14 adet?

Geçen yıl, programın içeriğinde arka arkaya 24 adet mektup ve sıfır mola vardı. Hem her bir mektup ve egzersiz, kendinle baş başa kalabilmek için belli bir süre ayırmayı gerektirdiği hem de mektupların içeriği oldukça dolu olduğu için yolcuların, programı günü gününe takip edebilmesi biraz zorlaştı. Bu nedenle, programı baştan sona takip etmiş olan yüzlerce katılımcının program sonunda tamamladığı anketin sonuçlarına göre en çok beğenilen ve fayda sağlanan 14 mektubu, 2022 programı için özenle seçip güncellemeler yaptım. Her hafta ortalama ikişer gün olmak üzere takvimimize toplam 8 günlük bir mola süreci de yerleştirdim ki sadece mektupları okumak değil, egzersizleri de tamamlamak için yeterli zaman ayrılabilsin. Aynı zamanda programın daha iyi özümsenerek takip edilebilmesi için de Discord üzerinden toplam 9 saate tekabül eden 9 geri bildirim günü ekledim. Kısacası, bu program, kendi hızında ilerlemek ve sindire sindire takip edebilmek isteyenler için çok daha uygun formda oldu diyebilirim.

Geçen yıl ücretsiz Yol-A Çık programına katılmış ve baştan sona takip etmiştim. Bu programa da katılabilir miyim?

Kısa cevap, evet 🙂 Uzun cevap: Program, geçen yılki konu başlıklarına çok büyük oranda sadık kalmış olsa da mektup içeriklerinin bir kısmı güncellendi. Aynı zamanda programı birlikte takip edip deneyimlerini paylaşabileceğin destekleyici bir online gruba ve düzenli aralıklarla bana erişiminin olacak olması da yeni programın en büyük artıları arasında.

Egzersizleri günü gününe yapamazsam ne olur?

Hiçbir şey 🙂 Bu programı tasarlarken, her yolcunun kendi hızında ilerleyebilmesi benim için önemliydi. Bu nedenle elbette mektupları düzenli olarak okuyup egzersizleri de ortalama iki gün içinde tamamlayabilirsen daha düzenli paylaşım yapma ve geri bildirim alma imkanına sahip olabilirsin. Fakat “geriden gelmen” de programın işleyişi açısından hiçbir sorun teşkil etmeyecektir. Mektuplarına, yaşam boyu erişimin olacak. Ek olarak, Discord üzerinden gerçekleştirilecek konuşmalar da 31 Ocak 2022 tarihine dek erişime açık kalacak. Dolayısıyla bu programda kendi hızını belirlemek, tamamen senin yönetiminde olacak.

Discord buluşmalarına katılım zorunlu mu?

Discord buluşmaları için ayrılan gün ve saatlerde online olmak, benim dışımdaki hiçbir yolcu için zorunlu değil. Çünkü zaten program süresince istediğin gün ve saatte sorularını, yorumlarını ve programa ilişkin paylaşmak istediklerini Discord üzerinden her mektup için ayrılmış olan alt gruplar vasıtasıyla paylaşabileceksin. Yalnızca benim geri bildirimlerimin günü ve saati belli olmuş olacak.

Discord grubuna katılım zorunlu mu?

Hayır, Discord grubuna katılım zorunlu değil. Fakat en azından grupta neler konuşulduğunu takip edebilmek ve grupta paylaşım yapmasan dahi diğer yorum, soru ve cevaplara erişebilmen açısından grupta yer alman faydalı olacaktır diye düşünüyorum. Böylece aklına takılan bir sorunun cevabını sen sormadan önce grupta görmen de mümkün olabilir. Yine de elbette “Ben Discord grubuna katılmak istemiyorum, bireysel çalışacağım.” dersen yalnızca posta kutuna düşen dijital mektupları takip etme ve program süresince benimle e-mail aracılığıyla iletişim kurma imkanın da olacak.

***

✔️ Önemli not: Yol-A Çık programı kapsamında paylaşılan tüm içerikler yalnızca programı satın alan kişilerin bireysel kullanımına açıktır. Program süresince paylaşılan içerikler, kısmen veya tamamen, izinsiz kopyalanamaz, üzerinde değişiklik yapılamaz, paylaşılamaz, iletilemez ve çoğaltılamaz. Bu programı satın alarak, bu koşulları kabul etmiş olursunuz.

YOL-A ÇIK: İNTERAKTİF DİJİTAL MEKTUP PROGRAMI için 8 değerlendirme

  1. 5 üzerinden 5 oy aldı

    Ilgun – 31 Aralık 2021

    Son mektubu bitirdim az once. Icimde hissettigim duygu, huzurla kapli huzun gibi bir sey. Nasil aciklayacagimi bilemiyorum ama bildigim sey, mektuplarini cok ozleyecegim. Seni tanidigima cok mutlu oldum Ece, cok tesekkurum ederim her sey icin.

  2. 5 üzerinden 5 oy aldı

    Zeynep – 31 Aralık 2021

    Sevgili Ece, program boyunca özenle hazırlanmış tüm mektupların için ve şefkatli yol göstericiliğin için çok teşekkür ederim. Grupta sorular sormadım belki (aklıma gelen soruların hepsi ya mektupta cevaplanmış oluyordu ya da ben sorana kadar grupta 😅) ama grupta yazılanları ve senin cevaplarınla birlikte bizimle paylaştığın ek kaynakları takip etmek programı bambaşka bir açıdan özümseyebilmemi sağladı. Emailimde de yazdığım gibi geçen yılki programa da katılmış ve gerçekten çok sevmiştim ama bu yıl Discord grubunun etkisinin bir başka olduğunu hissettim. İyi ki böyle bir program planlamış ve bizimle buluşturmuşsun. Bu yıl verdiğim en iyi kararlardan biri bu programa katılmaktı. Yeni yıla daha net ve berrak bir zihinle ve kendime daha şefkatli yaklaşarak gireceğim. İyi ki varsın! Çok mutlu bir yıl geçirmeni dilerim.

  3. 5 üzerinden 5 oy aldı

    Merve A – 2 Ocak 2022

    Kendimle senelerdir yaşıyorum, ama her gün biraz daha fazla tanışıyorum. Bu mektuplar tam da neyi neden yaptığını anlamaya çalışan, yolunda biraz daha bilinçli yürümek isteyenler için. Her şeyde olduğu gibi, kendinizi ne kadar verirseniz o kadarını alacağınız bu mektup serisi benim bir süredir kendi kendime yaptığım en zevkli aktivitelerden oldu. Mektuplara ek olarak Discord grubunda sürekli aktif olamasam da çok özel paylaşımları okudum ve birçok şey not aldım. Böyle bir platformu yarattığı ve mektuplara emek verdiği için Ece’ye sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Daha nice mektuplara 🍀

  4. 5 üzerinden 5 oy aldı

    Meltem – 3 Ocak 2022

    Yol-A Çık programını geçen sene bittikten sonra keşfetmiş ve kaçırdım diye çok üzülmüştüm. Acaba yeniden olur mu diye düşünüyordum. İlk duyuru çıktığında hemen kaydoldum. Mektupların içeriği beklediğimden de dolu dolu çıktı. Ece’nin videoları ve instagram hesabındaki postları zaten ne kadar titiz içerik ürettiğini gösteriyordu ancak yine de bu kadar içine çekileceğimi beklemiyordum. Mektupları sabah bir okuyordum, sonra gün içinde mektuplarda verdiği referansları okuyordum, podcastleri dinliyordum, videoları izliyordum, kitapları araştırıyordum/karıştırıyordum sonra da grup yazışmalarını okuyordum. Akşam mektubu tekrar okuduğumda başka açıları da fark ediyordum ve konular zihnimde oturuyordu. Böylece tüm egzersizleri kendi hızımda ve istediğim (bana en uygun) şekilde yapabildim.
    Programın discord grubu sayesinde de paylaşım yapabilmek, soru sorabilmek çok faydalı oldu. Hem diğer katılımcıların samimi ve sahici paylaşımları, hem de Ece’nin sorularımıza verdiği ayrıntılı cevaplar, sunduğu yeni kaynaklar 😀 çok iyi hissettirdi.
    Programın bir diğer artısı da kendi içinde bir düzeni olması, kuralları var, zaman çizelgesi var ve ne zaman ne olacağını biliyorsunuz ve bu düzenlilik katılımcıların katılımlarını kendi hızlarında, kendilerine uyumlu olduğu şekilde yapabilmesini de engellemiyor.
    Kendini tanımak, kendiyle çalışmak isteyen ve bunu yaparken de bilimsellikten beslenmek isteyen herkese öneririm.

  5. 5 üzerinden 5 oy aldı

    Ülgen – 3 Ocak 2022

    2021 yılında kendime verdiğim en güzel hediyeydi bu sürecin bir parçası olmak. Her birini heyecanla beklediğim mektuplarda kendime dair ne çok şey öğrendim ve keşfettim. Okuma listeme aldığım kitap önerilerin ve harika çizimlerin de renk kattı mektuplara. Süreç boyunca şefkatli yaklaşımın, desteğin hep hissedildi Ece, kalpten teşekkür ederim bu katkın için. Program boyunca iletişim halinde olmak, diğer “yolcu”ların paylaşımlarını okumak da hiç de yalnız olmadığımı hissettirdi. Ne diyebilirim ki, bir sonraki seneyi iple çekiyorum! ☘️ Yolda olan herkese ve sana çok güzel bir yıl diliyorum! 🐣

  6. 5 üzerinden 5 oy aldı

    Özge – 6 Ocak 2022

    2021 yılına veda ederken kendime daha iyi bir hediye veremezdim sanırım 🙂 Mektupların dopdolu içerikleri olsun Ece’nin gruptaki sorulara verdiği detaylı ve kaynaklarla desteklenmiş cevapları olsun her şey çok güzeldi. Grupta kendi deneyimlerimizi paylaşıp diğer yolcularla da iletişim kurabilmek ayrıca keyifliydi bence. Baştan sona çok “gerçek ve samimi, üstelik de bilimsel destekli” bir program olduğunu düşünüyorum. Benim gibi psikolojiye ve kendisini daha iyi anlamaya meraklı birini fazlasıyla tatmin etti. Okunacak kitaplar ve bilimsel araştırmalar, dinlenecek podcastler, yıl boyu geri dönüp karıştırabileceğim bana ait bir defter ve daha nicelerini edindim bu yolculukta. Emeklerine sağlık Ece, çok teşekkür ederim her şey için..

  7. 5 üzerinden 5 oy aldı

    ECEM – 28 Ocak 2022

    Son zamanlarda çevremdeki olayların insanların hızına kapılıp kendime dönüp kendimle vakit geçirmeyi ihmal ettiğim hatta kendime tamamen yabancı hissettiğim bir dönemde önüme çıktı bu program iyi ki de çıktı. Tekrar kendi ritmimi bulduğum, güçlü yanlarımı tanıdığım, kendi önceliklerim doğrultusunda adım atmaya başlamamı sağlayan bir dönem geçirdim. Programdan biraz kendimden bir şeyler katarak hayatıma entegre ettiğim çok şey oldu. Mektupların hepsinin özenle hazırlanacağından Ece’yi eskiden de takip eden biri olarak şüphem yoktu ama discord grubunun bu kadar faydalı olacağını düşünmemiştim. Discord grubu hem yapmakta zorlandığım egzersizleri daha rahat anlamamı, sorularıma cevap bulmamı hem de başka insanların deneyimlerine ortak olup farklı açılardan bakmamı sağladı. Beni en mutlu eden yılbaşı hediyem bu oldu, iyi ki bizimle bu programı hazırlayıp buluşturdun. Emeklerine sağlık Ece 🥰

  8. 5 üzerinden 5 oy aldı

    Denizd – 3 Mart 2022

    3 Mart ve ben bir rehbere ihtiyaç duyduğumu hissettiğimde mektupları açıp okumaya devam ediyorum. Her mektubun bilimsel kaynaklarla desteklenmesi, yan okumalar yapmak için verilen diğer kaynaklar bu işte ne büyük bir emek olduğunun ispatı. Nokta atışı konular ve bunların sağladığı bütünlüğü de övmeden edemeyeceğim. Ayrıca discord grubu o kadar tatlıydı ki süreç boyunca mesajları her okuyuşumda asla yalnız olmadığımı hissettim. Hayat ne yazık ki değiştiremeyeceğimiz pek çok çirkinlikle devam ediyor ve bu hengamede biz kendi sesimizi bulmak zorundayız. Yol-A Çık, kendime verdiğim şahane bir hediye oldu!
    İnsanın çevresiyle ve kendiyle bağ kurma ihtiyacını görüp bununla ilgili bir şeyler yapan Ece, tüm emeğin ve yakın ilgin için çok teşekkür ederim 🙂

Değerlendirme yap Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

INSTAGRAM

1,5 saat rötarlı kalkan Oslo-İstanbul uçağında yaşlı bir çiftin yanında oturuyor - daha doğrusu yorgunluktan koltuğa oturur oturmaz bayılmış, mışıl mışıl uyuyordum. Uykumun arasında, yanımdaki koltuktan yükselen panik dolu bir sesin, nerede olsam tanırım dediğim Norveç aksanlı bir İngilizce'yle kabin memuruna aktarma uçuşuna nasıl yetişebileceklerini sorduğunu duyunca gözlerimi araladım. Aldığı cevaptan tatmin olmamışçasına eşine dönerek kaygılı bir tonda "Yok, kesin kaçıracağız!" dediğinde uykulu gözlerimle gayriihtiyari lafa karıştım: "Hvor skal dere?" (Nereye gidiyorsunuz?). Tabii her 10 Norveçlinin 9'undan bekleneceği gibi "Alanya" cevabı geldi, şimdi artık gülümseyerek bana bakmakta olan iki çift mavi gözden. Bunu, "Sen de mi Alanya'ya gidiyorsun?" sorusu takip etti. "Ah", dedim, "Hayır, ben İzmir'e gidiyorum.".
 
Sanıyorum ki alışık olduğu "İssmiıyr" değil de "İzmir" telaffuzunu duymanın verdiği anlık heyecanla bu kez ön sırada oturan bir beyefendi hızla arkasını dönüp "Aa İzmirli misiniz?" diye sordu Türkçe. "Evet" dedim hiç düşünmeksizin, "İzmirliyim".
 
Sabiha Gökçen'deki İzmir uçuşuna kapıların kapanmasına saniyeler kala nefes nefese yetişip kendimi koltuğa yıpranmış bir çuval gibi bıraktığımda, "İzmirliyim" cevabımı düşünmek için yaklaşık 70 dakikam vardı.
 
Nasıl da bu kadar kolay çıkıvermişti, bir zamanlar benim için hangi tek kelimeyle cevaplamam gerektiğini bir türlü çözemediğim o meşhur stres kaynağı sorunun cevabı!
 
-
 
Düşünüyordum, çantamdan çıkardığım tabletime rastgele palmiye ağaçları çizerken.

Annem Adanalıydı benim, babamsa "Hanım köylüyüm ben." yorumuyla Adanalılığını ilan etmiş bir Kahramanmaraşlı.
 
Bana gelince... Hayata gözlerini İstanbul'da açmış, 6 yaşında annesiyle Adana Mavibulvar'da baş başa geçirdiği 1 seneyi saymazsak hayatının ilk 18 yılını İstanbul'da tamamlamış, üniversite tercihi zamanı gelip çattığındaysa kendisini içten içe hiçbir zaman tam anlamıyla ait hissedemediği kalabalıklar şehri İstanbul'dan dolu dolu bir 5 sene yaşamak üzere İzmir'e atmış ve şimdilerdeyse Norveç'te 5. yılını doldurmak üzere olan bir... dünyalı.

[👇 devamı yorumlarda, sıralı numaraları takip ederek okuyabilirsiniz]
1,5 saat rötarlı kalkan Oslo-İstanbul uçağında yaşlı bir çiftin yanında oturuyor - daha doğrusu yorgunluktan koltuğa oturur oturmaz bayılmış, mışıl mışıl uyuyordum. Uykumun arasında, yanımdaki koltuktan yükselen panik dolu bir sesin, nerede olsam tanırım dediğim Norveç aksanlı bir İngilizce'yle kabin memuruna aktarma uçuşuna nasıl yetişebileceklerini sorduğunu duyunca gözlerimi araladım. Aldığı cevaptan tatmin olmamışçasına eşine dönerek kaygılı bir tonda "Yok, kesin kaçıracağız!" dediğinde uykulu gözlerimle gayriihtiyari lafa karıştım: "Hvor skal dere?" (Nereye gidiyorsunuz?). Tabii her 10 Norveçlinin 9'undan bekleneceği gibi "Alanya" cevabı geldi, şimdi artık gülümseyerek bana bakmakta olan iki çift mavi gözden. Bunu, "Sen de mi Alanya'ya gidiyorsun?" sorusu takip etti. "Ah", dedim, "Hayır, ben İzmir'e gidiyorum.".
 
Sanıyorum ki alışık olduğu "İssmiıyr" değil de "İzmir" telaffuzunu duymanın verdiği anlık heyecanla bu kez ön sırada oturan bir beyefendi hızla arkasını dönüp "Aa İzmirli misiniz?" diye sordu Türkçe. "Evet" dedim hiç düşünmeksizin, "İzmirliyim".
 
Sabiha Gökçen'deki İzmir uçuşuna kapıların kapanmasına saniyeler kala nefes nefese yetişip kendimi koltuğa yıpranmış bir çuval gibi bıraktığımda, "İzmirliyim" cevabımı düşünmek için yaklaşık 70 dakikam vardı.
 
Nasıl da bu kadar kolay çıkıvermişti, bir zamanlar benim için hangi tek kelimeyle cevaplamam gerektiğini bir türlü çözemediğim o meşhur stres kaynağı sorunun cevabı!
 
-
 
Düşünüyordum, çantamdan çıkardığım tabletime rastgele palmiye ağaçları çizerken.

Annem Adanalıydı benim, babamsa "Hanım köylüyüm ben." yorumuyla Adanalılığını ilan etmiş bir Kahramanmaraşlı.
 
Bana gelince... Hayata gözlerini İstanbul'da açmış, 6 yaşında annesiyle Adana Mavibulvar'da baş başa geçirdiği 1 seneyi saymazsak hayatının ilk 18 yılını İstanbul'da tamamlamış, üniversite tercihi zamanı gelip çattığındaysa kendisini içten içe hiçbir zaman tam anlamıyla ait hissedemediği kalabalıklar şehri İstanbul'dan dolu dolu bir 5 sene yaşamak üzere İzmir'e atmış ve şimdilerdeyse Norveç'te 5. yılını doldurmak üzere olan bir... dünyalı.

[👇 devamı yorumlarda, sıralı numaraları takip ederek okuyabilirsiniz]
1,5 saat rötarlı kalkan Oslo-İstanbul uçağında yaşlı bir çiftin yanında oturuyor - daha doğrusu yorgunluktan koltuğa oturur oturmaz bayılmış, mışıl mışıl uyuyordum. Uykumun arasında, yanımdaki koltuktan yükselen panik dolu bir sesin, nerede olsam tanırım dediğim Norveç aksanlı bir İngilizce'yle kabin memuruna aktarma uçuşuna nasıl yetişebileceklerini sorduğunu duyunca gözlerimi araladım. Aldığı cevaptan tatmin olmamışçasına eşine dönerek kaygılı bir tonda "Yok, kesin kaçıracağız!" dediğinde uykulu gözlerimle gayriihtiyari lafa karıştım: "Hvor skal dere?" (Nereye gidiyorsunuz?). Tabii her 10 Norveçlinin 9'undan bekleneceği gibi "Alanya" cevabı geldi, şimdi artık gülümseyerek bana bakmakta olan iki çift mavi gözden. Bunu, "Sen de mi Alanya'ya gidiyorsun?" sorusu takip etti. "Ah", dedim, "Hayır, ben İzmir'e gidiyorum.".
 
Sanıyorum ki alışık olduğu "İssmiıyr" değil de "İzmir" telaffuzunu duymanın verdiği anlık heyecanla bu kez ön sırada oturan bir beyefendi hızla arkasını dönüp "Aa İzmirli misiniz?" diye sordu Türkçe. "Evet" dedim hiç düşünmeksizin, "İzmirliyim".
 
Sabiha Gökçen'deki İzmir uçuşuna kapıların kapanmasına saniyeler kala nefes nefese yetişip kendimi koltuğa yıpranmış bir çuval gibi bıraktığımda, "İzmirliyim" cevabımı düşünmek için yaklaşık 70 dakikam vardı.
 
Nasıl da bu kadar kolay çıkıvermişti, bir zamanlar benim için hangi tek kelimeyle cevaplamam gerektiğini bir türlü çözemediğim o meşhur stres kaynağı sorunun cevabı!
 
-
 
Düşünüyordum, çantamdan çıkardığım tabletime rastgele palmiye ağaçları çizerken.

Annem Adanalıydı benim, babamsa "Hanım köylüyüm ben." yorumuyla Adanalılığını ilan etmiş bir Kahramanmaraşlı.
 
Bana gelince... Hayata gözlerini İstanbul'da açmış, 6 yaşında annesiyle Adana Mavibulvar'da baş başa geçirdiği 1 seneyi saymazsak hayatının ilk 18 yılını İstanbul'da tamamlamış, üniversite tercihi zamanı gelip çattığındaysa kendisini içten içe hiçbir zaman tam anlamıyla ait hissedemediği kalabalıklar şehri İstanbul'dan dolu dolu bir 5 sene yaşamak üzere İzmir'e atmış ve şimdilerdeyse Norveç'te 5. yılını doldurmak üzere olan bir... dünyalı.

[👇 devamı yorumlarda, sıralı numaraları takip ederek okuyabilirsiniz]
1,5 saat rötarlı kalkan Oslo-İstanbul uçağında yaşlı bir çiftin yanında oturuyor - daha doğrusu yorgunluktan koltuğa oturur oturmaz bayılmış, mışıl mışıl uyuyordum. Uykumun arasında, yanımdaki koltuktan yükselen panik dolu bir sesin, nerede olsam tanırım dediğim Norveç aksanlı bir İngilizce'yle kabin memuruna aktarma uçuşuna nasıl yetişebileceklerini sorduğunu duyunca gözlerimi araladım. Aldığı cevaptan tatmin olmamışçasına eşine dönerek kaygılı bir tonda "Yok, kesin kaçıracağız!" dediğinde uykulu gözlerimle gayriihtiyari lafa karıştım: "Hvor skal dere?" (Nereye gidiyorsunuz?). Tabii her 10 Norveçlinin 9'undan bekleneceği gibi "Alanya" cevabı geldi, şimdi artık gülümseyerek bana bakmakta olan iki çift mavi gözden. Bunu, "Sen de mi Alanya'ya gidiyorsun?" sorusu takip etti. "Ah", dedim, "Hayır, ben İzmir'e gidiyorum.".
 
Sanıyorum ki alışık olduğu "İssmiıyr" değil de "İzmir" telaffuzunu duymanın verdiği anlık heyecanla bu kez ön sırada oturan bir beyefendi hızla arkasını dönüp "Aa İzmirli misiniz?" diye sordu Türkçe. "Evet" dedim hiç düşünmeksizin, "İzmirliyim".
 
Sabiha Gökçen'deki İzmir uçuşuna kapıların kapanmasına saniyeler kala nefes nefese yetişip kendimi koltuğa yıpranmış bir çuval gibi bıraktığımda, "İzmirliyim" cevabımı düşünmek için yaklaşık 70 dakikam vardı.
 
Nasıl da bu kadar kolay çıkıvermişti, bir zamanlar benim için hangi tek kelimeyle cevaplamam gerektiğini bir türlü çözemediğim o meşhur stres kaynağı sorunun cevabı!
 
-
 
Düşünüyordum, çantamdan çıkardığım tabletime rastgele palmiye ağaçları çizerken.

Annem Adanalıydı benim, babamsa "Hanım köylüyüm ben." yorumuyla Adanalılığını ilan etmiş bir Kahramanmaraşlı.
 
Bana gelince... Hayata gözlerini İstanbul'da açmış, 6 yaşında annesiyle Adana Mavibulvar'da baş başa geçirdiği 1 seneyi saymazsak hayatının ilk 18 yılını İstanbul'da tamamlamış, üniversite tercihi zamanı gelip çattığındaysa kendisini içten içe hiçbir zaman tam anlamıyla ait hissedemediği kalabalıklar şehri İstanbul'dan dolu dolu bir 5 sene yaşamak üzere İzmir'e atmış ve şimdilerdeyse Norveç'te 5. yılını doldurmak üzere olan bir... dünyalı.

[👇 devamı yorumlarda, sıralı numaraları takip ederek okuyabilirsiniz]
1,5 saat rötarlı kalkan Oslo-İstanbul uçağında yaşlı bir çiftin yanında oturuyor - daha doğrusu yorgunluktan koltuğa oturur oturmaz bayılmış, mışıl mışıl uyuyordum. Uykumun arasında, yanımdaki koltuktan yükselen panik dolu bir sesin, nerede olsam tanırım dediğim Norveç aksanlı bir İngilizce'yle kabin memuruna aktarma uçuşuna nasıl yetişebileceklerini sorduğunu duyunca gözlerimi araladım. Aldığı cevaptan tatmin olmamışçasına eşine dönerek kaygılı bir tonda "Yok, kesin kaçıracağız!" dediğinde uykulu gözlerimle gayriihtiyari lafa karıştım: "Hvor skal dere?" (Nereye gidiyorsunuz?). Tabii her 10 Norveçlinin 9'undan bekleneceği gibi "Alanya" cevabı geldi, şimdi artık gülümseyerek bana bakmakta olan iki çift mavi gözden. Bunu, "Sen de mi Alanya'ya gidiyorsun?" sorusu takip etti. "Ah", dedim, "Hayır, ben İzmir'e gidiyorum.".
 
Sanıyorum ki alışık olduğu "İssmiıyr" değil de "İzmir" telaffuzunu duymanın verdiği anlık heyecanla bu kez ön sırada oturan bir beyefendi hızla arkasını dönüp "Aa İzmirli misiniz?" diye sordu Türkçe. "Evet" dedim hiç düşünmeksizin, "İzmirliyim".
 
Sabiha Gökçen'deki İzmir uçuşuna kapıların kapanmasına saniyeler kala nefes nefese yetişip kendimi koltuğa yıpranmış bir çuval gibi bıraktığımda, "İzmirliyim" cevabımı düşünmek için yaklaşık 70 dakikam vardı.
 
Nasıl da bu kadar kolay çıkıvermişti, bir zamanlar benim için hangi tek kelimeyle cevaplamam gerektiğini bir türlü çözemediğim o meşhur stres kaynağı sorunun cevabı!
 
-
 
Düşünüyordum, çantamdan çıkardığım tabletime rastgele palmiye ağaçları çizerken.

Annem Adanalıydı benim, babamsa "Hanım köylüyüm ben." yorumuyla Adanalılığını ilan etmiş bir Kahramanmaraşlı.
 
Bana gelince... Hayata gözlerini İstanbul'da açmış, 6 yaşında annesiyle Adana Mavibulvar'da baş başa geçirdiği 1 seneyi saymazsak hayatının ilk 18 yılını İstanbul'da tamamlamış, üniversite tercihi zamanı gelip çattığındaysa kendisini içten içe hiçbir zaman tam anlamıyla ait hissedemediği kalabalıklar şehri İstanbul'dan dolu dolu bir 5 sene yaşamak üzere İzmir'e atmış ve şimdilerdeyse Norveç'te 5. yılını doldurmak üzere olan bir... dünyalı.

[👇 devamı yorumlarda, sıralı numaraları takip ederek okuyabilirsiniz]
1,5 saat rötarlı kalkan Oslo-İstanbul uçağında yaşlı bir çiftin yanında oturuyor - daha doğrusu yorgunluktan koltuğa oturur oturmaz bayılmış, mışıl mışıl uyuyordum. Uykumun arasında, yanımdaki koltuktan yükselen panik dolu bir sesin, nerede olsam tanırım dediğim Norveç aksanlı bir İngilizce'yle kabin memuruna aktarma uçuşuna nasıl yetişebileceklerini sorduğunu duyunca gözlerimi araladım. Aldığı cevaptan tatmin olmamışçasına eşine dönerek kaygılı bir tonda "Yok, kesin kaçıracağız!" dediğinde uykulu gözlerimle gayriihtiyari lafa karıştım: "Hvor skal dere?" (Nereye gidiyorsunuz?). Tabii her 10 Norveçlinin 9'undan bekleneceği gibi "Alanya" cevabı geldi, şimdi artık gülümseyerek bana bakmakta olan iki çift mavi gözden. Bunu, "Sen de mi Alanya'ya gidiyorsun?" sorusu takip etti. "Ah", dedim, "Hayır, ben İzmir'e gidiyorum.".
 
Sanıyorum ki alışık olduğu "İssmiıyr" değil de "İzmir" telaffuzunu duymanın verdiği anlık heyecanla bu kez ön sırada oturan bir beyefendi hızla arkasını dönüp "Aa İzmirli misiniz?" diye sordu Türkçe. "Evet" dedim hiç düşünmeksizin, "İzmirliyim".
 
Sabiha Gökçen'deki İzmir uçuşuna kapıların kapanmasına saniyeler kala nefes nefese yetişip kendimi koltuğa yıpranmış bir çuval gibi bıraktığımda, "İzmirliyim" cevabımı düşünmek için yaklaşık 70 dakikam vardı.
 
Nasıl da bu kadar kolay çıkıvermişti, bir zamanlar benim için hangi tek kelimeyle cevaplamam gerektiğini bir türlü çözemediğim o meşhur stres kaynağı sorunun cevabı!
 
-
 
Düşünüyordum, çantamdan çıkardığım tabletime rastgele palmiye ağaçları çizerken.

Annem Adanalıydı benim, babamsa "Hanım köylüyüm ben." yorumuyla Adanalılığını ilan etmiş bir Kahramanmaraşlı.
 
Bana gelince... Hayata gözlerini İstanbul'da açmış, 6 yaşında annesiyle Adana Mavibulvar'da baş başa geçirdiği 1 seneyi saymazsak hayatının ilk 18 yılını İstanbul'da tamamlamış, üniversite tercihi zamanı gelip çattığındaysa kendisini içten içe hiçbir zaman tam anlamıyla ait hissedemediği kalabalıklar şehri İstanbul'dan dolu dolu bir 5 sene yaşamak üzere İzmir'e atmış ve şimdilerdeyse Norveç'te 5. yılını doldurmak üzere olan bir... dünyalı.

[👇 devamı yorumlarda, sıralı numaraları takip ederek okuyabilirsiniz]
1,5 saat rötarlı kalkan Oslo-İstanbul uçağında yaşlı bir çiftin yanında oturuyor - daha doğrusu yorgunluktan koltuğa oturur oturmaz bayılmış, mışıl mışıl uyuyordum. Uykumun arasında, yanımdaki koltuktan yükselen panik dolu bir sesin, nerede olsam tanırım dediğim Norveç aksanlı bir İngilizce'yle kabin memuruna aktarma uçuşuna nasıl yetişebileceklerini sorduğunu duyunca gözlerimi araladım. Aldığı cevaptan tatmin olmamışçasına eşine dönerek kaygılı bir tonda "Yok, kesin kaçıracağız!" dediğinde uykulu gözlerimle gayriihtiyari lafa karıştım: "Hvor skal dere?" (Nereye gidiyorsunuz?). Tabii her 10 Norveçlinin 9'undan bekleneceği gibi "Alanya" cevabı geldi, şimdi artık gülümseyerek bana bakmakta olan iki çift mavi gözden. Bunu, "Sen de mi Alanya'ya gidiyorsun?" sorusu takip etti. "Ah", dedim, "Hayır, ben İzmir'e gidiyorum.".
 
Sanıyorum ki alışık olduğu "İssmiıyr" değil de "İzmir" telaffuzunu duymanın verdiği anlık heyecanla bu kez ön sırada oturan bir beyefendi hızla arkasını dönüp "Aa İzmirli misiniz?" diye sordu Türkçe. "Evet" dedim hiç düşünmeksizin, "İzmirliyim".
 
Sabiha Gökçen'deki İzmir uçuşuna kapıların kapanmasına saniyeler kala nefes nefese yetişip kendimi koltuğa yıpranmış bir çuval gibi bıraktığımda, "İzmirliyim" cevabımı düşünmek için yaklaşık 70 dakikam vardı.
 
Nasıl da bu kadar kolay çıkıvermişti, bir zamanlar benim için hangi tek kelimeyle cevaplamam gerektiğini bir türlü çözemediğim o meşhur stres kaynağı sorunun cevabı!
 
-
 
Düşünüyordum, çantamdan çıkardığım tabletime rastgele palmiye ağaçları çizerken.

Annem Adanalıydı benim, babamsa "Hanım köylüyüm ben." yorumuyla Adanalılığını ilan etmiş bir Kahramanmaraşlı.
 
Bana gelince... Hayata gözlerini İstanbul'da açmış, 6 yaşında annesiyle Adana Mavibulvar'da baş başa geçirdiği 1 seneyi saymazsak hayatının ilk 18 yılını İstanbul'da tamamlamış, üniversite tercihi zamanı gelip çattığındaysa kendisini içten içe hiçbir zaman tam anlamıyla ait hissedemediği kalabalıklar şehri İstanbul'dan dolu dolu bir 5 sene yaşamak üzere İzmir'e atmış ve şimdilerdeyse Norveç'te 5. yılını doldurmak üzere olan bir... dünyalı.

[👇 devamı yorumlarda, sıralı numaraları takip ederek okuyabilirsiniz]
1,5 saat rötarlı kalkan Oslo-İstanbul uçağında yaşlı bir çiftin yanında oturuyor - daha doğrusu yorgunluktan koltuğa oturur oturmaz bayılmış, mışıl mışıl uyuyordum. Uykumun arasında, yanımdaki koltuktan yükselen panik dolu bir sesin, nerede olsam tanırım dediğim Norveç aksanlı bir İngilizce'yle kabin memuruna aktarma uçuşuna nasıl yetişebileceklerini sorduğunu duyunca gözlerimi araladım. Aldığı cevaptan tatmin olmamışçasına eşine dönerek kaygılı bir tonda "Yok, kesin kaçıracağız!" dediğinde uykulu gözlerimle gayriihtiyari lafa karıştım: "Hvor skal dere?" (Nereye gidiyorsunuz?). Tabii her 10 Norveçlinin 9'undan bekleneceği gibi "Alanya" cevabı geldi, şimdi artık gülümseyerek bana bakmakta olan iki çift mavi gözden. Bunu, "Sen de mi Alanya'ya gidiyorsun?" sorusu takip etti. "Ah", dedim, "Hayır, ben İzmir'e gidiyorum.".
 
Sanıyorum ki alışık olduğu "İssmiıyr" değil de "İzmir" telaffuzunu duymanın verdiği anlık heyecanla bu kez ön sırada oturan bir beyefendi hızla arkasını dönüp "Aa İzmirli misiniz?" diye sordu Türkçe. "Evet" dedim hiç düşünmeksizin, "İzmirliyim".
 
Sabiha Gökçen'deki İzmir uçuşuna kapıların kapanmasına saniyeler kala nefes nefese yetişip kendimi koltuğa yıpranmış bir çuval gibi bıraktığımda, "İzmirliyim" cevabımı düşünmek için yaklaşık 70 dakikam vardı.
 
Nasıl da bu kadar kolay çıkıvermişti, bir zamanlar benim için hangi tek kelimeyle cevaplamam gerektiğini bir türlü çözemediğim o meşhur stres kaynağı sorunun cevabı!
 
-
 
Düşünüyordum, çantamdan çıkardığım tabletime rastgele palmiye ağaçları çizerken.

Annem Adanalıydı benim, babamsa "Hanım köylüyüm ben." yorumuyla Adanalılığını ilan etmiş bir Kahramanmaraşlı.
 
Bana gelince... Hayata gözlerini İstanbul'da açmış, 6 yaşında annesiyle Adana Mavibulvar'da baş başa geçirdiği 1 seneyi saymazsak hayatının ilk 18 yılını İstanbul'da tamamlamış, üniversite tercihi zamanı gelip çattığındaysa kendisini içten içe hiçbir zaman tam anlamıyla ait hissedemediği kalabalıklar şehri İstanbul'dan dolu dolu bir 5 sene yaşamak üzere İzmir'e atmış ve şimdilerdeyse Norveç'te 5. yılını doldurmak üzere olan bir... dünyalı.

[👇 devamı yorumlarda, sıralı numaraları takip ederek okuyabilirsiniz]
1,5 saat rötarlı kalkan Oslo-İstanbul uçağında yaşlı bir çiftin yanında oturuyor - daha doğrusu yorgunluktan koltuğa oturur oturmaz bayılmış, mışıl mışıl uyuyordum. Uykumun arasında, yanımdaki koltuktan yükselen panik dolu bir sesin, nerede olsam tanırım dediğim Norveç aksanlı bir İngilizce'yle kabin memuruna aktarma uçuşuna nasıl yetişebileceklerini sorduğunu duyunca gözlerimi araladım. Aldığı cevaptan tatmin olmamışçasına eşine dönerek kaygılı bir tonda "Yok, kesin kaçıracağız!" dediğinde uykulu gözlerimle gayriihtiyari lafa karıştım: "Hvor skal dere?" (Nereye gidiyorsunuz?). Tabii her 10 Norveçlinin 9'undan bekleneceği gibi "Alanya" cevabı geldi, şimdi artık gülümseyerek bana bakmakta olan iki çift mavi gözden. Bunu, "Sen de mi Alanya'ya gidiyorsun?" sorusu takip etti. "Ah", dedim, "Hayır, ben İzmir'e gidiyorum.".   Sanıyorum ki alışık olduğu "İssmiıyr" değil de "İzmir" telaffuzunu duymanın verdiği anlık heyecanla bu kez ön sırada oturan bir beyefendi hızla arkasını dönüp "Aa İzmirli misiniz?" diye sordu Türkçe. "Evet" dedim hiç düşünmeksizin, "İzmirliyim".   Sabiha Gökçen'deki İzmir uçuşuna kapıların kapanmasına saniyeler kala nefes nefese yetişip kendimi koltuğa yıpranmış bir çuval gibi bıraktığımda, "İzmirliyim" cevabımı düşünmek için yaklaşık 70 dakikam vardı.   Nasıl da bu kadar kolay çıkıvermişti, bir zamanlar benim için hangi tek kelimeyle cevaplamam gerektiğini bir türlü çözemediğim o meşhur stres kaynağı sorunun cevabı!   -
  Düşünüyordum, çantamdan çıkardığım tabletime rastgele palmiye ağaçları çizerken. 
Annem Adanalıydı benim, babamsa "Hanım köylüyüm ben." yorumuyla Adanalılığını ilan etmiş bir Kahramanmaraşlı.   Bana gelince... Hayata gözlerini İstanbul'da açmış, 6 yaşında annesiyle Adana Mavibulvar'da baş başa geçirdiği 1 seneyi saymazsak hayatının ilk 18 yılını İstanbul'da tamamlamış, üniversite tercihi zamanı gelip çattığındaysa kendisini içten içe hiçbir zaman tam anlamıyla ait hissedemediği kalabalıklar şehri İstanbul'dan dolu dolu bir 5 sene yaşamak üzere İzmir'e atmış ve şimdilerdeyse Norveç'te 5. yılını doldurmak üzere olan bir... dünyalı. [👇 devamı yorumlarda, sıralı numaraları takip ederek okuyabilirsiniz]
1,5 saat rötarlı kalkan Oslo-İstanbul uçağında yaşlı bir çiftin yanında oturuyor - daha doğrusu yorgunluktan koltuğa oturur oturmaz bayılmış, mışıl mışıl uyuyordum. Uykumun arasında, yanımdaki koltuktan yükselen panik dolu bir sesin, nerede olsam tanırım dediğim Norveç aksanlı bir İngilizce'yle kabin memuruna aktarma uçuşuna nasıl yetişebileceklerini sorduğunu duyunca gözlerimi araladım. Aldığı cevaptan tatmin olmamışçasına eşine dönerek kaygılı bir tonda "Yok, kesin kaçıracağız!" dediğinde uykulu gözlerimle gayriihtiyari lafa karıştım: "Hvor skal dere?" (Nereye gidiyorsunuz?). Tabii her 10 Norveçlinin 9'undan bekleneceği gibi "Alanya" cevabı geldi, şimdi artık gülümseyerek bana bakmakta olan iki çift mavi gözden. Bunu, "Sen de mi Alanya'ya gidiyorsun?" sorusu takip etti. "Ah", dedim, "Hayır, ben İzmir'e gidiyorum.".
 
Sanıyorum ki alışık olduğu "İssmiıyr" değil de "İzmir" telaffuzunu duymanın verdiği anlık heyecanla bu kez ön sırada oturan bir beyefendi hızla arkasını dönüp "Aa İzmirli misiniz?" diye sordu Türkçe. "Evet" dedim hiç düşünmeksizin, "İzmirliyim".
 
Sabiha Gökçen'deki İzmir uçuşuna kapıların kapanmasına saniyeler kala nefes nefese yetişip kendimi koltuğa yıpranmış bir çuval gibi bıraktığımda, "İzmirliyim" cevabımı düşünmek için yaklaşık 70 dakikam vardı.
 
Nasıl da bu kadar kolay çıkıvermişti, bir zamanlar benim için hangi tek kelimeyle cevaplamam gerektiğini bir türlü çözemediğim o meşhur stres kaynağı sorunun cevabı!
 
-
 
Düşünüyordum, çantamdan çıkardığım tabletime rastgele palmiye ağaçları çizerken.

Annem Adanalıydı benim, babamsa "Hanım köylüyüm ben." yorumuyla Adanalılığını ilan etmiş bir Kahramanmaraşlı.
 
Bana gelince... Hayata gözlerini İstanbul'da açmış, 6 yaşında annesiyle Adana Mavibulvar'da baş başa geçirdiği 1 seneyi saymazsak hayatının ilk 18 yılını İstanbul'da tamamlamış, üniversite tercihi zamanı gelip çattığındaysa kendisini içten içe hiçbir zaman tam anlamıyla ait hissedemediği kalabalıklar şehri İstanbul'dan dolu dolu bir 5 sene yaşamak üzere İzmir'e atmış ve şimdilerdeyse Norveç'te 5. yılını doldurmak üzere olan bir... dünyalı.

[👇 devamı yorumlarda, sıralı numaraları takip ederek okuyabilirsiniz]
eceaybikeala
eceaybikeala
•
Follow
1,5 saat rötarlı kalkan Oslo-İstanbul uçağında yaşlı bir çiftin yanında oturuyor - daha doğrusu yorgunluktan koltuğa oturur oturmaz bayılmış, mışıl mışıl uyuyordum. Uykumun arasında, yanımdaki koltuktan yükselen panik dolu bir sesin, nerede olsam tanırım dediğim Norveç aksanlı bir İngilizce'yle kabin memuruna aktarma uçuşuna nasıl yetişebileceklerini sorduğunu duyunca gözlerimi araladım. Aldığı cevaptan tatmin olmamışçasına eşine dönerek kaygılı bir tonda "Yok, kesin kaçıracağız!" dediğinde uykulu gözlerimle gayriihtiyari lafa karıştım: "Hvor skal dere?" (Nereye gidiyorsunuz?). Tabii her 10 Norveçlinin 9'undan bekleneceği gibi "Alanya" cevabı geldi, şimdi artık gülümseyerek bana bakmakta olan iki çift mavi gözden. Bunu, "Sen de mi Alanya'ya gidiyorsun?" sorusu takip etti. "Ah", dedim, "Hayır, ben İzmir'e gidiyorum.".   Sanıyorum ki alışık olduğu "İssmiıyr" değil de "İzmir" telaffuzunu duymanın verdiği anlık heyecanla bu kez ön sırada oturan bir beyefendi hızla arkasını dönüp "Aa İzmirli misiniz?" diye sordu Türkçe. "Evet" dedim hiç düşünmeksizin, "İzmirliyim".   Sabiha Gökçen'deki İzmir uçuşuna kapıların kapanmasına saniyeler kala nefes nefese yetişip kendimi koltuğa yıpranmış bir çuval gibi bıraktığımda, "İzmirliyim" cevabımı düşünmek için yaklaşık 70 dakikam vardı.   Nasıl da bu kadar kolay çıkıvermişti, bir zamanlar benim için hangi tek kelimeyle cevaplamam gerektiğini bir türlü çözemediğim o meşhur stres kaynağı sorunun cevabı!   -
  Düşünüyordum, çantamdan çıkardığım tabletime rastgele palmiye ağaçları çizerken. 
Annem Adanalıydı benim, babamsa "Hanım köylüyüm ben." yorumuyla Adanalılığını ilan etmiş bir Kahramanmaraşlı.   Bana gelince... Hayata gözlerini İstanbul'da açmış, 6 yaşında annesiyle Adana Mavibulvar'da baş başa geçirdiği 1 seneyi saymazsak hayatının ilk 18 yılını İstanbul'da tamamlamış, üniversite tercihi zamanı gelip çattığındaysa kendisini içten içe hiçbir zaman tam anlamıyla ait hissedemediği kalabalıklar şehri İstanbul'dan dolu dolu bir 5 sene yaşamak üzere İzmir'e atmış ve şimdilerdeyse Norveç'te 5. yılını doldurmak üzere olan bir... dünyalı. [👇 devamı yorumlarda, sıralı numaraları takip ederek okuyabilirsiniz]
4 hafta önce
View on Instagram |
1/6
Eğitiminizde veya kariyerinizde belirlemiş olduğunuz öğrenme hedeflerinize ulaşabilmek sizin için neden önemli?

1. Bir konuda bilgi ve becerilerinizi geliştirerek “uzmanlaşabilmek” için mi? [Ustalaşma hedefi]

2. Başkalarından “daha başarılı olduğunuzu gösterebilmek” veya “kendinizi kanıtlayabilmek” için mi? [Performans-yaklaşma hedefi]

3. Yoksa başkalarına kıyasla “başarısız/yeteneksiz gözükmekten kaçınabilmek” için mi? [Performans-kaçınma hedefi]

Gerçek şu ki, bu soruya yukarıdaki 3 seçenek arasından verdiğimiz baskın cevabın türü, hedeflerimize ulaşmak için attığımız (veya atamadığımız) tüm minik adımları yöneten içsel tavrımızı, motivasyonumuzu ve hem başarı hem de başarısızlık karşısında verdiğimiz tepkilerimizi önemli ölçüde etkiler, diyor Achievement Goal Orientation Theory (Başarı Hedef Yönelimi Teorisi) araştırmaları.

Şimdi gelin yukarıda sıraladığım 3 cümlenin sırayla karşıladığı hedef yönelimlerine sahip kişileri biraz daha yakından tanıyalım:

1. Ustalaşma hedefleri (Mastery goals):

🌱 Onu motive eden şeyler: merak + bilgi ve becerilerini geliştirme arzusu
🌱 Mottosu: “Benim için başarılı olmak, öğrenmek ve gelişmektir. Hata yapmaksa, öğrenme ve gelişme sürecimin önemli ve etkili bir parçası. Hatalarımın, öz-değerimi etkilemeyeceğini bilirim. Kendimi geliştirebilmek adına bana bir şeyler öğretebilecek kadar zorlayıcı görevleri üstlenmeyi severim.”
🌱 Nelerle ilişkili?: daha yüksek içsel motivasyon, çaba, sebatkarlık ve ihtiyaç duyduğunda yardım talep etmeye isteklilik
🌱 Örnek: matematik dersinde, çaba gösterse de çözemediği trigonometri sorularını öğretmenine sorarak nerede hata yaptığını anlamaya ve konu hakkındaki bilgisini geliştirmeye çalışan bir öğrenci.

(👇 Yazının devamını yorumlarda sıralı numaraları takip ederek okuyabilirsiniz)

#başarıhedefteorisi #başarıhedefyönelimiteorisi
Eğitiminizde veya kariyerinizde belirlemiş olduğunuz öğrenme hedeflerinize ulaşabilmek sizin için neden önemli?

1. Bir konuda bilgi ve becerilerinizi geliştirerek “uzmanlaşabilmek” için mi? [Ustalaşma hedefi]

2. Başkalarından “daha başarılı olduğunuzu gösterebilmek” veya “kendinizi kanıtlayabilmek” için mi? [Performans-yaklaşma hedefi]

3. Yoksa başkalarına kıyasla “başarısız/yeteneksiz gözükmekten kaçınabilmek” için mi? [Performans-kaçınma hedefi]

Gerçek şu ki, bu soruya yukarıdaki 3 seçenek arasından verdiğimiz baskın cevabın türü, hedeflerimize ulaşmak için attığımız (veya atamadığımız) tüm minik adımları yöneten içsel tavrımızı, motivasyonumuzu ve hem başarı hem de başarısızlık karşısında verdiğimiz tepkilerimizi önemli ölçüde etkiler, diyor Achievement Goal Orientation Theory (Başarı Hedef Yönelimi Teorisi) araştırmaları.

Şimdi gelin yukarıda sıraladığım 3 cümlenin sırayla karşıladığı hedef yönelimlerine sahip kişileri biraz daha yakından tanıyalım:

1. Ustalaşma hedefleri (Mastery goals):

🌱 Onu motive eden şeyler: merak + bilgi ve becerilerini geliştirme arzusu
🌱 Mottosu: “Benim için başarılı olmak, öğrenmek ve gelişmektir. Hata yapmaksa, öğrenme ve gelişme sürecimin önemli ve etkili bir parçası. Hatalarımın, öz-değerimi etkilemeyeceğini bilirim. Kendimi geliştirebilmek adına bana bir şeyler öğretebilecek kadar zorlayıcı görevleri üstlenmeyi severim.”
🌱 Nelerle ilişkili?: daha yüksek içsel motivasyon, çaba, sebatkarlık ve ihtiyaç duyduğunda yardım talep etmeye isteklilik
🌱 Örnek: matematik dersinde, çaba gösterse de çözemediği trigonometri sorularını öğretmenine sorarak nerede hata yaptığını anlamaya ve konu hakkındaki bilgisini geliştirmeye çalışan bir öğrenci.

(👇 Yazının devamını yorumlarda sıralı numaraları takip ederek okuyabilirsiniz)

#başarıhedefteorisi #başarıhedefyönelimiteorisi
Eğitiminizde veya kariyerinizde belirlemiş olduğunuz öğrenme hedeflerinize ulaşabilmek sizin için neden önemli?

1. Bir konuda bilgi ve becerilerinizi geliştirerek “uzmanlaşabilmek” için mi? [Ustalaşma hedefi]

2. Başkalarından “daha başarılı olduğunuzu gösterebilmek” veya “kendinizi kanıtlayabilmek” için mi? [Performans-yaklaşma hedefi]

3. Yoksa başkalarına kıyasla “başarısız/yeteneksiz gözükmekten kaçınabilmek” için mi? [Performans-kaçınma hedefi]

Gerçek şu ki, bu soruya yukarıdaki 3 seçenek arasından verdiğimiz baskın cevabın türü, hedeflerimize ulaşmak için attığımız (veya atamadığımız) tüm minik adımları yöneten içsel tavrımızı, motivasyonumuzu ve hem başarı hem de başarısızlık karşısında verdiğimiz tepkilerimizi önemli ölçüde etkiler, diyor Achievement Goal Orientation Theory (Başarı Hedef Yönelimi Teorisi) araştırmaları.

Şimdi gelin yukarıda sıraladığım 3 cümlenin sırayla karşıladığı hedef yönelimlerine sahip kişileri biraz daha yakından tanıyalım:

1. Ustalaşma hedefleri (Mastery goals):

🌱 Onu motive eden şeyler: merak + bilgi ve becerilerini geliştirme arzusu
🌱 Mottosu: “Benim için başarılı olmak, öğrenmek ve gelişmektir. Hata yapmaksa, öğrenme ve gelişme sürecimin önemli ve etkili bir parçası. Hatalarımın, öz-değerimi etkilemeyeceğini bilirim. Kendimi geliştirebilmek adına bana bir şeyler öğretebilecek kadar zorlayıcı görevleri üstlenmeyi severim.”
🌱 Nelerle ilişkili?: daha yüksek içsel motivasyon, çaba, sebatkarlık ve ihtiyaç duyduğunda yardım talep etmeye isteklilik
🌱 Örnek: matematik dersinde, çaba gösterse de çözemediği trigonometri sorularını öğretmenine sorarak nerede hata yaptığını anlamaya ve konu hakkındaki bilgisini geliştirmeye çalışan bir öğrenci.

(👇 Yazının devamını yorumlarda sıralı numaraları takip ederek okuyabilirsiniz)

#başarıhedefteorisi #başarıhedefyönelimiteorisi
Eğitiminizde veya kariyerinizde belirlemiş olduğunuz öğrenme hedeflerinize ulaşabilmek sizin için neden önemli?

1. Bir konuda bilgi ve becerilerinizi geliştirerek “uzmanlaşabilmek” için mi? [Ustalaşma hedefi]

2. Başkalarından “daha başarılı olduğunuzu gösterebilmek” veya “kendinizi kanıtlayabilmek” için mi? [Performans-yaklaşma hedefi]

3. Yoksa başkalarına kıyasla “başarısız/yeteneksiz gözükmekten kaçınabilmek” için mi? [Performans-kaçınma hedefi]

Gerçek şu ki, bu soruya yukarıdaki 3 seçenek arasından verdiğimiz baskın cevabın türü, hedeflerimize ulaşmak için attığımız (veya atamadığımız) tüm minik adımları yöneten içsel tavrımızı, motivasyonumuzu ve hem başarı hem de başarısızlık karşısında verdiğimiz tepkilerimizi önemli ölçüde etkiler, diyor Achievement Goal Orientation Theory (Başarı Hedef Yönelimi Teorisi) araştırmaları.

Şimdi gelin yukarıda sıraladığım 3 cümlenin sırayla karşıladığı hedef yönelimlerine sahip kişileri biraz daha yakından tanıyalım:

1. Ustalaşma hedefleri (Mastery goals):

🌱 Onu motive eden şeyler: merak + bilgi ve becerilerini geliştirme arzusu
🌱 Mottosu: “Benim için başarılı olmak, öğrenmek ve gelişmektir. Hata yapmaksa, öğrenme ve gelişme sürecimin önemli ve etkili bir parçası. Hatalarımın, öz-değerimi etkilemeyeceğini bilirim. Kendimi geliştirebilmek adına bana bir şeyler öğretebilecek kadar zorlayıcı görevleri üstlenmeyi severim.”
🌱 Nelerle ilişkili?: daha yüksek içsel motivasyon, çaba, sebatkarlık ve ihtiyaç duyduğunda yardım talep etmeye isteklilik
🌱 Örnek: matematik dersinde, çaba gösterse de çözemediği trigonometri sorularını öğretmenine sorarak nerede hata yaptığını anlamaya ve konu hakkındaki bilgisini geliştirmeye çalışan bir öğrenci.

(👇 Yazının devamını yorumlarda sıralı numaraları takip ederek okuyabilirsiniz)

#başarıhedefteorisi #başarıhedefyönelimiteorisi
Eğitiminizde veya kariyerinizde belirlemiş olduğunuz öğrenme hedeflerinize ulaşabilmek sizin için neden önemli?

1. Bir konuda bilgi ve becerilerinizi geliştirerek “uzmanlaşabilmek” için mi? [Ustalaşma hedefi]

2. Başkalarından “daha başarılı olduğunuzu gösterebilmek” veya “kendinizi kanıtlayabilmek” için mi? [Performans-yaklaşma hedefi]

3. Yoksa başkalarına kıyasla “başarısız/yeteneksiz gözükmekten kaçınabilmek” için mi? [Performans-kaçınma hedefi]

Gerçek şu ki, bu soruya yukarıdaki 3 seçenek arasından verdiğimiz baskın cevabın türü, hedeflerimize ulaşmak için attığımız (veya atamadığımız) tüm minik adımları yöneten içsel tavrımızı, motivasyonumuzu ve hem başarı hem de başarısızlık karşısında verdiğimiz tepkilerimizi önemli ölçüde etkiler, diyor Achievement Goal Orientation Theory (Başarı Hedef Yönelimi Teorisi) araştırmaları.

Şimdi gelin yukarıda sıraladığım 3 cümlenin sırayla karşıladığı hedef yönelimlerine sahip kişileri biraz daha yakından tanıyalım:

1. Ustalaşma hedefleri (Mastery goals):

🌱 Onu motive eden şeyler: merak + bilgi ve becerilerini geliştirme arzusu
🌱 Mottosu: “Benim için başarılı olmak, öğrenmek ve gelişmektir. Hata yapmaksa, öğrenme ve gelişme sürecimin önemli ve etkili bir parçası. Hatalarımın, öz-değerimi etkilemeyeceğini bilirim. Kendimi geliştirebilmek adına bana bir şeyler öğretebilecek kadar zorlayıcı görevleri üstlenmeyi severim.”
🌱 Nelerle ilişkili?: daha yüksek içsel motivasyon, çaba, sebatkarlık ve ihtiyaç duyduğunda yardım talep etmeye isteklilik
🌱 Örnek: matematik dersinde, çaba gösterse de çözemediği trigonometri sorularını öğretmenine sorarak nerede hata yaptığını anlamaya ve konu hakkındaki bilgisini geliştirmeye çalışan bir öğrenci.

(👇 Yazının devamını yorumlarda sıralı numaraları takip ederek okuyabilirsiniz)

#başarıhedefteorisi #başarıhedefyönelimiteorisi
Eğitiminizde veya kariyerinizde belirlemiş olduğunuz öğrenme hedeflerinize ulaşabilmek sizin için neden önemli?

1. Bir konuda bilgi ve becerilerinizi geliştirerek “uzmanlaşabilmek” için mi? [Ustalaşma hedefi]

2. Başkalarından “daha başarılı olduğunuzu gösterebilmek” veya “kendinizi kanıtlayabilmek” için mi? [Performans-yaklaşma hedefi]

3. Yoksa başkalarına kıyasla “başarısız/yeteneksiz gözükmekten kaçınabilmek” için mi? [Performans-kaçınma hedefi]

Gerçek şu ki, bu soruya yukarıdaki 3 seçenek arasından verdiğimiz baskın cevabın türü, hedeflerimize ulaşmak için attığımız (veya atamadığımız) tüm minik adımları yöneten içsel tavrımızı, motivasyonumuzu ve hem başarı hem de başarısızlık karşısında verdiğimiz tepkilerimizi önemli ölçüde etkiler, diyor Achievement Goal Orientation Theory (Başarı Hedef Yönelimi Teorisi) araştırmaları.

Şimdi gelin yukarıda sıraladığım 3 cümlenin sırayla karşıladığı hedef yönelimlerine sahip kişileri biraz daha yakından tanıyalım:

1. Ustalaşma hedefleri (Mastery goals):

🌱 Onu motive eden şeyler: merak + bilgi ve becerilerini geliştirme arzusu
🌱 Mottosu: “Benim için başarılı olmak, öğrenmek ve gelişmektir. Hata yapmaksa, öğrenme ve gelişme sürecimin önemli ve etkili bir parçası. Hatalarımın, öz-değerimi etkilemeyeceğini bilirim. Kendimi geliştirebilmek adına bana bir şeyler öğretebilecek kadar zorlayıcı görevleri üstlenmeyi severim.”
🌱 Nelerle ilişkili?: daha yüksek içsel motivasyon, çaba, sebatkarlık ve ihtiyaç duyduğunda yardım talep etmeye isteklilik
🌱 Örnek: matematik dersinde, çaba gösterse de çözemediği trigonometri sorularını öğretmenine sorarak nerede hata yaptığını anlamaya ve konu hakkındaki bilgisini geliştirmeye çalışan bir öğrenci.

(👇 Yazının devamını yorumlarda sıralı numaraları takip ederek okuyabilirsiniz)

#başarıhedefteorisi #başarıhedefyönelimiteorisi
Eğitiminizde veya kariyerinizde belirlemiş olduğunuz öğrenme hedeflerinize ulaşabilmek sizin için neden önemli?

1. Bir konuda bilgi ve becerilerinizi geliştirerek “uzmanlaşabilmek” için mi? [Ustalaşma hedefi]

2. Başkalarından “daha başarılı olduğunuzu gösterebilmek” veya “kendinizi kanıtlayabilmek” için mi? [Performans-yaklaşma hedefi]

3. Yoksa başkalarına kıyasla “başarısız/yeteneksiz gözükmekten kaçınabilmek” için mi? [Performans-kaçınma hedefi]

Gerçek şu ki, bu soruya yukarıdaki 3 seçenek arasından verdiğimiz baskın cevabın türü, hedeflerimize ulaşmak için attığımız (veya atamadığımız) tüm minik adımları yöneten içsel tavrımızı, motivasyonumuzu ve hem başarı hem de başarısızlık karşısında verdiğimiz tepkilerimizi önemli ölçüde etkiler, diyor Achievement Goal Orientation Theory (Başarı Hedef Yönelimi Teorisi) araştırmaları.

Şimdi gelin yukarıda sıraladığım 3 cümlenin sırayla karşıladığı hedef yönelimlerine sahip kişileri biraz daha yakından tanıyalım:

1. Ustalaşma hedefleri (Mastery goals):

🌱 Onu motive eden şeyler: merak + bilgi ve becerilerini geliştirme arzusu
🌱 Mottosu: “Benim için başarılı olmak, öğrenmek ve gelişmektir. Hata yapmaksa, öğrenme ve gelişme sürecimin önemli ve etkili bir parçası. Hatalarımın, öz-değerimi etkilemeyeceğini bilirim. Kendimi geliştirebilmek adına bana bir şeyler öğretebilecek kadar zorlayıcı görevleri üstlenmeyi severim.”
🌱 Nelerle ilişkili?: daha yüksek içsel motivasyon, çaba, sebatkarlık ve ihtiyaç duyduğunda yardım talep etmeye isteklilik
🌱 Örnek: matematik dersinde, çaba gösterse de çözemediği trigonometri sorularını öğretmenine sorarak nerede hata yaptığını anlamaya ve konu hakkındaki bilgisini geliştirmeye çalışan bir öğrenci.

(👇 Yazının devamını yorumlarda sıralı numaraları takip ederek okuyabilirsiniz)

#başarıhedefteorisi #başarıhedefyönelimiteorisi
Eğitiminizde veya kariyerinizde belirlemiş olduğunuz öğrenme hedeflerinize ulaşabilmek sizin için neden önemli?

1. Bir konuda bilgi ve becerilerinizi geliştirerek “uzmanlaşabilmek” için mi? [Ustalaşma hedefi]

2. Başkalarından “daha başarılı olduğunuzu gösterebilmek” veya “kendinizi kanıtlayabilmek” için mi? [Performans-yaklaşma hedefi]

3. Yoksa başkalarına kıyasla “başarısız/yeteneksiz gözükmekten kaçınabilmek” için mi? [Performans-kaçınma hedefi]

Gerçek şu ki, bu soruya yukarıdaki 3 seçenek arasından verdiğimiz baskın cevabın türü, hedeflerimize ulaşmak için attığımız (veya atamadığımız) tüm minik adımları yöneten içsel tavrımızı, motivasyonumuzu ve hem başarı hem de başarısızlık karşısında verdiğimiz tepkilerimizi önemli ölçüde etkiler, diyor Achievement Goal Orientation Theory (Başarı Hedef Yönelimi Teorisi) araştırmaları.

Şimdi gelin yukarıda sıraladığım 3 cümlenin sırayla karşıladığı hedef yönelimlerine sahip kişileri biraz daha yakından tanıyalım:

1. Ustalaşma hedefleri (Mastery goals):

🌱 Onu motive eden şeyler: merak + bilgi ve becerilerini geliştirme arzusu
🌱 Mottosu: “Benim için başarılı olmak, öğrenmek ve gelişmektir. Hata yapmaksa, öğrenme ve gelişme sürecimin önemli ve etkili bir parçası. Hatalarımın, öz-değerimi etkilemeyeceğini bilirim. Kendimi geliştirebilmek adına bana bir şeyler öğretebilecek kadar zorlayıcı görevleri üstlenmeyi severim.”
🌱 Nelerle ilişkili?: daha yüksek içsel motivasyon, çaba, sebatkarlık ve ihtiyaç duyduğunda yardım talep etmeye isteklilik
🌱 Örnek: matematik dersinde, çaba gösterse de çözemediği trigonometri sorularını öğretmenine sorarak nerede hata yaptığını anlamaya ve konu hakkındaki bilgisini geliştirmeye çalışan bir öğrenci.

(👇 Yazının devamını yorumlarda sıralı numaraları takip ederek okuyabilirsiniz)

#başarıhedefteorisi #başarıhedefyönelimiteorisi
Eğitiminizde veya kariyerinizde belirlemiş olduğunuz öğrenme hedeflerinize ulaşabilmek sizin için neden önemli?

1. Bir konuda bilgi ve becerilerinizi geliştirerek “uzmanlaşabilmek” için mi? [Ustalaşma hedefi]

2. Başkalarından “daha başarılı olduğunuzu gösterebilmek” veya “kendinizi kanıtlayabilmek” için mi? [Performans-yaklaşma hedefi]

3. Yoksa başkalarına kıyasla “başarısız/yeteneksiz gözükmekten kaçınabilmek” için mi? [Performans-kaçınma hedefi]

Gerçek şu ki, bu soruya yukarıdaki 3 seçenek arasından verdiğimiz baskın cevabın türü, hedeflerimize ulaşmak için attığımız (veya atamadığımız) tüm minik adımları yöneten içsel tavrımızı, motivasyonumuzu ve hem başarı hem de başarısızlık karşısında verdiğimiz tepkilerimizi önemli ölçüde etkiler, diyor Achievement Goal Orientation Theory (Başarı Hedef Yönelimi Teorisi) araştırmaları.

Şimdi gelin yukarıda sıraladığım 3 cümlenin sırayla karşıladığı hedef yönelimlerine sahip kişileri biraz daha yakından tanıyalım:

1. Ustalaşma hedefleri (Mastery goals):

🌱 Onu motive eden şeyler: merak + bilgi ve becerilerini geliştirme arzusu
🌱 Mottosu: “Benim için başarılı olmak, öğrenmek ve gelişmektir. Hata yapmaksa, öğrenme ve gelişme sürecimin önemli ve etkili bir parçası. Hatalarımın, öz-değerimi etkilemeyeceğini bilirim. Kendimi geliştirebilmek adına bana bir şeyler öğretebilecek kadar zorlayıcı görevleri üstlenmeyi severim.”
🌱 Nelerle ilişkili?: daha yüksek içsel motivasyon, çaba, sebatkarlık ve ihtiyaç duyduğunda yardım talep etmeye isteklilik
🌱 Örnek: matematik dersinde, çaba gösterse de çözemediği trigonometri sorularını öğretmenine sorarak nerede hata yaptığını anlamaya ve konu hakkındaki bilgisini geliştirmeye çalışan bir öğrenci.

(👇 Yazının devamını yorumlarda sıralı numaraları takip ederek okuyabilirsiniz)

#başarıhedefteorisi #başarıhedefyönelimiteorisi
Eğitiminizde veya kariyerinizde belirlemiş olduğunuz öğrenme hedeflerinize ulaşabilmek sizin için neden önemli?

1. Bir konuda bilgi ve becerilerinizi geliştirerek “uzmanlaşabilmek” için mi? [Ustalaşma hedefi]

2. Başkalarından “daha başarılı olduğunuzu gösterebilmek” veya “kendinizi kanıtlayabilmek” için mi? [Performans-yaklaşma hedefi]

3. Yoksa başkalarına kıyasla “başarısız/yeteneksiz gözükmekten kaçınabilmek” için mi? [Performans-kaçınma hedefi]

Gerçek şu ki, bu soruya yukarıdaki 3 seçenek arasından verdiğimiz baskın cevabın türü, hedeflerimize ulaşmak için attığımız (veya atamadığımız) tüm minik adımları yöneten içsel tavrımızı, motivasyonumuzu ve hem başarı hem de başarısızlık karşısında verdiğimiz tepkilerimizi önemli ölçüde etkiler, diyor Achievement Goal Orientation Theory (Başarı Hedef Yönelimi Teorisi) araştırmaları.

Şimdi gelin yukarıda sıraladığım 3 cümlenin sırayla karşıladığı hedef yönelimlerine sahip kişileri biraz daha yakından tanıyalım:

1. Ustalaşma hedefleri (Mastery goals):

🌱 Onu motive eden şeyler: merak + bilgi ve becerilerini geliştirme arzusu
🌱 Mottosu: “Benim için başarılı olmak, öğrenmek ve gelişmektir. Hata yapmaksa, öğrenme ve gelişme sürecimin önemli ve etkili bir parçası. Hatalarımın, öz-değerimi etkilemeyeceğini bilirim. Kendimi geliştirebilmek adına bana bir şeyler öğretebilecek kadar zorlayıcı görevleri üstlenmeyi severim.”
🌱 Nelerle ilişkili?: daha yüksek içsel motivasyon, çaba, sebatkarlık ve ihtiyaç duyduğunda yardım talep etmeye isteklilik
🌱 Örnek: matematik dersinde, çaba gösterse de çözemediği trigonometri sorularını öğretmenine sorarak nerede hata yaptığını anlamaya ve konu hakkındaki bilgisini geliştirmeye çalışan bir öğrenci.

(👇 Yazının devamını yorumlarda sıralı numaraları takip ederek okuyabilirsiniz)

#başarıhedefteorisi #başarıhedefyönelimiteorisi
eceaybikeala
eceaybikeala
•
Follow
Eğitiminizde veya kariyerinizde belirlemiş olduğunuz öğrenme hedeflerinize ulaşabilmek sizin için neden önemli? 1. Bir konuda bilgi ve becerilerinizi geliştirerek “uzmanlaşabilmek” için mi? [Ustalaşma hedefi] 2. Başkalarından “daha başarılı olduğunuzu gösterebilmek” veya “kendinizi kanıtlayabilmek” için mi? [Performans-yaklaşma hedefi] 3. Yoksa başkalarına kıyasla “başarısız/yeteneksiz gözükmekten kaçınabilmek” için mi? [Performans-kaçınma hedefi] Gerçek şu ki, bu soruya yukarıdaki 3 seçenek arasından verdiğimiz baskın cevabın türü, hedeflerimize ulaşmak için attığımız (veya atamadığımız) tüm minik adımları yöneten içsel tavrımızı, motivasyonumuzu ve hem başarı hem de başarısızlık karşısında verdiğimiz tepkilerimizi önemli ölçüde etkiler, diyor Achievement Goal Orientation Theory (Başarı Hedef Yönelimi Teorisi) araştırmaları. Şimdi gelin yukarıda sıraladığım 3 cümlenin sırayla karşıladığı hedef yönelimlerine sahip kişileri biraz daha yakından tanıyalım: 1. Ustalaşma hedefleri (Mastery goals): 🌱 Onu motive eden şeyler: merak + bilgi ve becerilerini geliştirme arzusu 🌱 Mottosu: “Benim için başarılı olmak, öğrenmek ve gelişmektir. Hata yapmaksa, öğrenme ve gelişme sürecimin önemli ve etkili bir parçası. Hatalarımın, öz-değerimi etkilemeyeceğini bilirim. Kendimi geliştirebilmek adına bana bir şeyler öğretebilecek kadar zorlayıcı görevleri üstlenmeyi severim.” 🌱 Nelerle ilişkili?: daha yüksek içsel motivasyon, çaba, sebatkarlık ve ihtiyaç duyduğunda yardım talep etmeye isteklilik 🌱 Örnek: matematik dersinde, çaba gösterse de çözemediği trigonometri sorularını öğretmenine sorarak nerede hata yaptığını anlamaya ve konu hakkındaki bilgisini geliştirmeye çalışan bir öğrenci. (👇 Yazının devamını yorumlarda sıralı numaraları takip ederek okuyabilirsiniz) #başarıhedefteorisi #başarıhedefyönelimiteorisi
3 ay önce
View on Instagram |
2/6
@cetincetintas “Hayvanlardan Destek Almanın Gizemli Sanatı” kitabında şöyle yazıyor Anka kuşu arketipi için: “Anka kuşu öleceğini hissettiği zaman kendine bir yuva yapar ve içine kapanır. Yaptığı yuvanın içinde yanarak ölür ve küllerinden yeniden doğar. / Dolayısıyla anka kuşu çok büyük bir gücün simgesidir. Fakat söz konusu bu güç, yıkılmış olandan açığa çıkan enerjinin eseridir. / Anka kuşunun acı getireceği her ne kadar büyük bir gerçekse de, bütüne baktığımızda sonunda derin bir ‘Oh!’ çektirecek faydalar yaratacağı da şüphesizdir.”

Boşuna değildi, 2020 Aralık ayının ilk haftasından itibaren aylarca Kim’in “my phoenix” (anka kuşum) diyerek nazikçe yatırması başımı göğsüne, ben hıçkıra hıçkıra ağlarken kollarını bana sımsıkı sarmadan hemen önce. Boşuna değildi, 2021’in ilk yarısında kulaklıklarımda onca şarkının arasından dönüp dolaşıp (bence Eurovision tarihinin en güzel winner performanslarından da biri olan) Conchita Wurst-Rise Like a Phoenix çalması. Boşuna değildi yaşadıklarımın bir adı olduğunu öğrendiğimde (hello, tükenmişlik sendromu 🙋‍♀️) şarkının “Once I'm transformed / Once I'm reborn / You know I will rise like a phoenix / But you're my flame” nakaratının çok daha derin bir anlam kazanıp her dinleyişimde gözyaşlarımın tıpasını açıvermesi.

Dr. Hope Ferdowsian “Phoenix Zones: Where Strength Is Born and Resilience Lives” isimli kitabında, anka kuşunun, kişisel ve kolektif anlatılarımızı yeniden yazabilmek, travmayı umuda dönüştürebilmek ve hem kendimizi hem çevremizi iyileştirebilmek adına ne denli güçlü bir metafor olduğundan bahsediyor.

Bense birkaç gündür telefonumdaki son bir yıla ait fotoğraf ve videolara bakıyor, tutabildiğim kadarıyla brain-dump yaptığım defterlerimin sayfalarını karıştırıyor, komodinimin üzerinde duran ve Kim’le ortak doldurduğumuz avuç içi kadar şükran günlüğümüzden rastgele sayfalar açıp hafifçe gülümseyerek okuyor, kısacası bu bir yılda neler deneyimlemiş, nasıl ağlamış, öfkelenmiş, gülmüş, sevmiş, özlemiş, yorulmuş, dinlenmiş, kendimi nasıl iyileştirmiş (ve iyileştirmeye devam ediyor) ve kişisel anlatılarımı ne şekilde yeniden yazmış (ve yazmaya devam ediyor) olduğumu anlamlandırmaya çalışıyordum.

(👇 devam ediyor)
@cetincetintas “Hayvanlardan Destek Almanın Gizemli Sanatı” kitabında şöyle yazıyor Anka kuşu arketipi için: “Anka kuşu öleceğini hissettiği zaman kendine bir yuva yapar ve içine kapanır. Yaptığı yuvanın içinde yanarak ölür ve küllerinden yeniden doğar. / Dolayısıyla anka kuşu çok büyük bir gücün simgesidir. Fakat söz konusu bu güç, yıkılmış olandan açığa çıkan enerjinin eseridir. / Anka kuşunun acı getireceği her ne kadar büyük bir gerçekse de, bütüne baktığımızda sonunda derin bir ‘Oh!’ çektirecek faydalar yaratacağı da şüphesizdir.”

Boşuna değildi, 2020 Aralık ayının ilk haftasından itibaren aylarca Kim’in “my phoenix” (anka kuşum) diyerek nazikçe yatırması başımı göğsüne, ben hıçkıra hıçkıra ağlarken kollarını bana sımsıkı sarmadan hemen önce. Boşuna değildi, 2021’in ilk yarısında kulaklıklarımda onca şarkının arasından dönüp dolaşıp (bence Eurovision tarihinin en güzel winner performanslarından da biri olan) Conchita Wurst-Rise Like a Phoenix çalması. Boşuna değildi yaşadıklarımın bir adı olduğunu öğrendiğimde (hello, tükenmişlik sendromu 🙋‍♀️) şarkının “Once I'm transformed / Once I'm reborn / You know I will rise like a phoenix / But you're my flame” nakaratının çok daha derin bir anlam kazanıp her dinleyişimde gözyaşlarımın tıpasını açıvermesi.

Dr. Hope Ferdowsian “Phoenix Zones: Where Strength Is Born and Resilience Lives” isimli kitabında, anka kuşunun, kişisel ve kolektif anlatılarımızı yeniden yazabilmek, travmayı umuda dönüştürebilmek ve hem kendimizi hem çevremizi iyileştirebilmek adına ne denli güçlü bir metafor olduğundan bahsediyor.

Bense birkaç gündür telefonumdaki son bir yıla ait fotoğraf ve videolara bakıyor, tutabildiğim kadarıyla brain-dump yaptığım defterlerimin sayfalarını karıştırıyor, komodinimin üzerinde duran ve Kim’le ortak doldurduğumuz avuç içi kadar şükran günlüğümüzden rastgele sayfalar açıp hafifçe gülümseyerek okuyor, kısacası bu bir yılda neler deneyimlemiş, nasıl ağlamış, öfkelenmiş, gülmüş, sevmiş, özlemiş, yorulmuş, dinlenmiş, kendimi nasıl iyileştirmiş (ve iyileştirmeye devam ediyor) ve kişisel anlatılarımı ne şekilde yeniden yazmış (ve yazmaya devam ediyor) olduğumu anlamlandırmaya çalışıyordum.

(👇 devam ediyor)
@cetincetintas “Hayvanlardan Destek Almanın Gizemli Sanatı” kitabında şöyle yazıyor Anka kuşu arketipi için: “Anka kuşu öleceğini hissettiği zaman kendine bir yuva yapar ve içine kapanır. Yaptığı yuvanın içinde yanarak ölür ve küllerinden yeniden doğar. / Dolayısıyla anka kuşu çok büyük bir gücün simgesidir. Fakat söz konusu bu güç, yıkılmış olandan açığa çıkan enerjinin eseridir. / Anka kuşunun acı getireceği her ne kadar büyük bir gerçekse de, bütüne baktığımızda sonunda derin bir ‘Oh!’ çektirecek faydalar yaratacağı da şüphesizdir.”

Boşuna değildi, 2020 Aralık ayının ilk haftasından itibaren aylarca Kim’in “my phoenix” (anka kuşum) diyerek nazikçe yatırması başımı göğsüne, ben hıçkıra hıçkıra ağlarken kollarını bana sımsıkı sarmadan hemen önce. Boşuna değildi, 2021’in ilk yarısında kulaklıklarımda onca şarkının arasından dönüp dolaşıp (bence Eurovision tarihinin en güzel winner performanslarından da biri olan) Conchita Wurst-Rise Like a Phoenix çalması. Boşuna değildi yaşadıklarımın bir adı olduğunu öğrendiğimde (hello, tükenmişlik sendromu 🙋‍♀️) şarkının “Once I'm transformed / Once I'm reborn / You know I will rise like a phoenix / But you're my flame” nakaratının çok daha derin bir anlam kazanıp her dinleyişimde gözyaşlarımın tıpasını açıvermesi.

Dr. Hope Ferdowsian “Phoenix Zones: Where Strength Is Born and Resilience Lives” isimli kitabında, anka kuşunun, kişisel ve kolektif anlatılarımızı yeniden yazabilmek, travmayı umuda dönüştürebilmek ve hem kendimizi hem çevremizi iyileştirebilmek adına ne denli güçlü bir metafor olduğundan bahsediyor.

Bense birkaç gündür telefonumdaki son bir yıla ait fotoğraf ve videolara bakıyor, tutabildiğim kadarıyla brain-dump yaptığım defterlerimin sayfalarını karıştırıyor, komodinimin üzerinde duran ve Kim’le ortak doldurduğumuz avuç içi kadar şükran günlüğümüzden rastgele sayfalar açıp hafifçe gülümseyerek okuyor, kısacası bu bir yılda neler deneyimlemiş, nasıl ağlamış, öfkelenmiş, gülmüş, sevmiş, özlemiş, yorulmuş, dinlenmiş, kendimi nasıl iyileştirmiş (ve iyileştirmeye devam ediyor) ve kişisel anlatılarımı ne şekilde yeniden yazmış (ve yazmaya devam ediyor) olduğumu anlamlandırmaya çalışıyordum.

(👇 devam ediyor)
@cetincetintas “Hayvanlardan Destek Almanın Gizemli Sanatı” kitabında şöyle yazıyor Anka kuşu arketipi için: “Anka kuşu öleceğini hissettiği zaman kendine bir yuva yapar ve içine kapanır. Yaptığı yuvanın içinde yanarak ölür ve küllerinden yeniden doğar. / Dolayısıyla anka kuşu çok büyük bir gücün simgesidir. Fakat söz konusu bu güç, yıkılmış olandan açığa çıkan enerjinin eseridir. / Anka kuşunun acı getireceği her ne kadar büyük bir gerçekse de, bütüne baktığımızda sonunda derin bir ‘Oh!’ çektirecek faydalar yaratacağı da şüphesizdir.”

Boşuna değildi, 2020 Aralık ayının ilk haftasından itibaren aylarca Kim’in “my phoenix” (anka kuşum) diyerek nazikçe yatırması başımı göğsüne, ben hıçkıra hıçkıra ağlarken kollarını bana sımsıkı sarmadan hemen önce. Boşuna değildi, 2021’in ilk yarısında kulaklıklarımda onca şarkının arasından dönüp dolaşıp (bence Eurovision tarihinin en güzel winner performanslarından da biri olan) Conchita Wurst-Rise Like a Phoenix çalması. Boşuna değildi yaşadıklarımın bir adı olduğunu öğrendiğimde (hello, tükenmişlik sendromu 🙋‍♀️) şarkının “Once I'm transformed / Once I'm reborn / You know I will rise like a phoenix / But you're my flame” nakaratının çok daha derin bir anlam kazanıp her dinleyişimde gözyaşlarımın tıpasını açıvermesi.

Dr. Hope Ferdowsian “Phoenix Zones: Where Strength Is Born and Resilience Lives” isimli kitabında, anka kuşunun, kişisel ve kolektif anlatılarımızı yeniden yazabilmek, travmayı umuda dönüştürebilmek ve hem kendimizi hem çevremizi iyileştirebilmek adına ne denli güçlü bir metafor olduğundan bahsediyor.

Bense birkaç gündür telefonumdaki son bir yıla ait fotoğraf ve videolara bakıyor, tutabildiğim kadarıyla brain-dump yaptığım defterlerimin sayfalarını karıştırıyor, komodinimin üzerinde duran ve Kim’le ortak doldurduğumuz avuç içi kadar şükran günlüğümüzden rastgele sayfalar açıp hafifçe gülümseyerek okuyor, kısacası bu bir yılda neler deneyimlemiş, nasıl ağlamış, öfkelenmiş, gülmüş, sevmiş, özlemiş, yorulmuş, dinlenmiş, kendimi nasıl iyileştirmiş (ve iyileştirmeye devam ediyor) ve kişisel anlatılarımı ne şekilde yeniden yazmış (ve yazmaya devam ediyor) olduğumu anlamlandırmaya çalışıyordum.

(👇 devam ediyor)
@cetincetintas “Hayvanlardan Destek Almanın Gizemli Sanatı” kitabında şöyle yazıyor Anka kuşu arketipi için: “Anka kuşu öleceğini hissettiği zaman kendine bir yuva yapar ve içine kapanır. Yaptığı yuvanın içinde yanarak ölür ve küllerinden yeniden doğar. / Dolayısıyla anka kuşu çok büyük bir gücün simgesidir. Fakat söz konusu bu güç, yıkılmış olandan açığa çıkan enerjinin eseridir. / Anka kuşunun acı getireceği her ne kadar büyük bir gerçekse de, bütüne baktığımızda sonunda derin bir ‘Oh!’ çektirecek faydalar yaratacağı da şüphesizdir.”

Boşuna değildi, 2020 Aralık ayının ilk haftasından itibaren aylarca Kim’in “my phoenix” (anka kuşum) diyerek nazikçe yatırması başımı göğsüne, ben hıçkıra hıçkıra ağlarken kollarını bana sımsıkı sarmadan hemen önce. Boşuna değildi, 2021’in ilk yarısında kulaklıklarımda onca şarkının arasından dönüp dolaşıp (bence Eurovision tarihinin en güzel winner performanslarından da biri olan) Conchita Wurst-Rise Like a Phoenix çalması. Boşuna değildi yaşadıklarımın bir adı olduğunu öğrendiğimde (hello, tükenmişlik sendromu 🙋‍♀️) şarkının “Once I'm transformed / Once I'm reborn / You know I will rise like a phoenix / But you're my flame” nakaratının çok daha derin bir anlam kazanıp her dinleyişimde gözyaşlarımın tıpasını açıvermesi.

Dr. Hope Ferdowsian “Phoenix Zones: Where Strength Is Born and Resilience Lives” isimli kitabında, anka kuşunun, kişisel ve kolektif anlatılarımızı yeniden yazabilmek, travmayı umuda dönüştürebilmek ve hem kendimizi hem çevremizi iyileştirebilmek adına ne denli güçlü bir metafor olduğundan bahsediyor.

Bense birkaç gündür telefonumdaki son bir yıla ait fotoğraf ve videolara bakıyor, tutabildiğim kadarıyla brain-dump yaptığım defterlerimin sayfalarını karıştırıyor, komodinimin üzerinde duran ve Kim’le ortak doldurduğumuz avuç içi kadar şükran günlüğümüzden rastgele sayfalar açıp hafifçe gülümseyerek okuyor, kısacası bu bir yılda neler deneyimlemiş, nasıl ağlamış, öfkelenmiş, gülmüş, sevmiş, özlemiş, yorulmuş, dinlenmiş, kendimi nasıl iyileştirmiş (ve iyileştirmeye devam ediyor) ve kişisel anlatılarımı ne şekilde yeniden yazmış (ve yazmaya devam ediyor) olduğumu anlamlandırmaya çalışıyordum.

(👇 devam ediyor)
@cetincetintas “Hayvanlardan Destek Almanın Gizemli Sanatı” kitabında şöyle yazıyor Anka kuşu arketipi için: “Anka kuşu öleceğini hissettiği zaman kendine bir yuva yapar ve içine kapanır. Yaptığı yuvanın içinde yanarak ölür ve küllerinden yeniden doğar. / Dolayısıyla anka kuşu çok büyük bir gücün simgesidir. Fakat söz konusu bu güç, yıkılmış olandan açığa çıkan enerjinin eseridir. / Anka kuşunun acı getireceği her ne kadar büyük bir gerçekse de, bütüne baktığımızda sonunda derin bir ‘Oh!’ çektirecek faydalar yaratacağı da şüphesizdir.”

Boşuna değildi, 2020 Aralık ayının ilk haftasından itibaren aylarca Kim’in “my phoenix” (anka kuşum) diyerek nazikçe yatırması başımı göğsüne, ben hıçkıra hıçkıra ağlarken kollarını bana sımsıkı sarmadan hemen önce. Boşuna değildi, 2021’in ilk yarısında kulaklıklarımda onca şarkının arasından dönüp dolaşıp (bence Eurovision tarihinin en güzel winner performanslarından da biri olan) Conchita Wurst-Rise Like a Phoenix çalması. Boşuna değildi yaşadıklarımın bir adı olduğunu öğrendiğimde (hello, tükenmişlik sendromu 🙋‍♀️) şarkının “Once I'm transformed / Once I'm reborn / You know I will rise like a phoenix / But you're my flame” nakaratının çok daha derin bir anlam kazanıp her dinleyişimde gözyaşlarımın tıpasını açıvermesi.

Dr. Hope Ferdowsian “Phoenix Zones: Where Strength Is Born and Resilience Lives” isimli kitabında, anka kuşunun, kişisel ve kolektif anlatılarımızı yeniden yazabilmek, travmayı umuda dönüştürebilmek ve hem kendimizi hem çevremizi iyileştirebilmek adına ne denli güçlü bir metafor olduğundan bahsediyor.

Bense birkaç gündür telefonumdaki son bir yıla ait fotoğraf ve videolara bakıyor, tutabildiğim kadarıyla brain-dump yaptığım defterlerimin sayfalarını karıştırıyor, komodinimin üzerinde duran ve Kim’le ortak doldurduğumuz avuç içi kadar şükran günlüğümüzden rastgele sayfalar açıp hafifçe gülümseyerek okuyor, kısacası bu bir yılda neler deneyimlemiş, nasıl ağlamış, öfkelenmiş, gülmüş, sevmiş, özlemiş, yorulmuş, dinlenmiş, kendimi nasıl iyileştirmiş (ve iyileştirmeye devam ediyor) ve kişisel anlatılarımı ne şekilde yeniden yazmış (ve yazmaya devam ediyor) olduğumu anlamlandırmaya çalışıyordum.

(👇 devam ediyor)
eceaybikeala
eceaybikeala
•
Follow
@cetincetintas “Hayvanlardan Destek Almanın Gizemli Sanatı” kitabında şöyle yazıyor Anka kuşu arketipi için: “Anka kuşu öleceğini hissettiği zaman kendine bir yuva yapar ve içine kapanır. Yaptığı yuvanın içinde yanarak ölür ve küllerinden yeniden doğar. / Dolayısıyla anka kuşu çok büyük bir gücün simgesidir. Fakat söz konusu bu güç, yıkılmış olandan açığa çıkan enerjinin eseridir. / Anka kuşunun acı getireceği her ne kadar büyük bir gerçekse de, bütüne baktığımızda sonunda derin bir ‘Oh!’ çektirecek faydalar yaratacağı da şüphesizdir.” Boşuna değildi, 2020 Aralık ayının ilk haftasından itibaren aylarca Kim’in “my phoenix” (anka kuşum) diyerek nazikçe yatırması başımı göğsüne, ben hıçkıra hıçkıra ağlarken kollarını bana sımsıkı sarmadan hemen önce. Boşuna değildi, 2021’in ilk yarısında kulaklıklarımda onca şarkının arasından dönüp dolaşıp (bence Eurovision tarihinin en güzel winner performanslarından da biri olan) Conchita Wurst-Rise Like a Phoenix çalması. Boşuna değildi yaşadıklarımın bir adı olduğunu öğrendiğimde (hello, tükenmişlik sendromu 🙋‍♀️) şarkının “Once I'm transformed / Once I'm reborn / You know I will rise like a phoenix / But you're my flame” nakaratının çok daha derin bir anlam kazanıp her dinleyişimde gözyaşlarımın tıpasını açıvermesi. Dr. Hope Ferdowsian “Phoenix Zones: Where Strength Is Born and Resilience Lives” isimli kitabında, anka kuşunun, kişisel ve kolektif anlatılarımızı yeniden yazabilmek, travmayı umuda dönüştürebilmek ve hem kendimizi hem çevremizi iyileştirebilmek adına ne denli güçlü bir metafor olduğundan bahsediyor. Bense birkaç gündür telefonumdaki son bir yıla ait fotoğraf ve videolara bakıyor, tutabildiğim kadarıyla brain-dump yaptığım defterlerimin sayfalarını karıştırıyor, komodinimin üzerinde duran ve Kim’le ortak doldurduğumuz avuç içi kadar şükran günlüğümüzden rastgele sayfalar açıp hafifçe gülümseyerek okuyor, kısacası bu bir yılda neler deneyimlemiş, nasıl ağlamış, öfkelenmiş, gülmüş, sevmiş, özlemiş, yorulmuş, dinlenmiş, kendimi nasıl iyileştirmiş (ve iyileştirmeye devam ediyor) ve kişisel anlatılarımı ne şekilde yeniden yazmış (ve yazmaya devam ediyor) olduğumu anlamlandırmaya çalışıyordum. (👇 devam ediyor)
4 ay önce
View on Instagram |
3/6
🌟 İLGİNİZ İÇİN ÇOK TEŞEKKÜRLER, PROGRAM KONTENJANI 24 SAAT İÇİNDE DOLDU. Yetişememiş olup üzülenler olduğunu biliyorum, sizinle de bir sonraki programda buluşuruz - olmaz mı? ♥️ Herkese şimdiden çok güzel bir Aralık ayı diliyorum!

-

🤩 Her sene yalnızca bir kez, yeni yılın habercisi Aralık ayında açılan “Yol-A Çık” programı, bu kez interaktif yapısıyla 2022 dönemi “yolcularıyla” buluşmayı bekliyor!

🥲 Bu haberi paylaşırken ne kadar heyecanla dolup taştığımı, kalbimin nasıl da son sürat attığını kelimelere dökebilmem, yok hayır, hiç mümkün değil!

👩🏽‍💻 Ayrıntılı bilgi için profilimdeki linke tıklayabilir ya da eceaybikeala.com > “Mağaza” > “Yol-A Çık: İnteraktif Dijital Mektup Programı”nı seçebilirsin.

🕺 Programa katılan ilk 10 kişiden biri olursan da hooop %20 indirimi kapabilirsin.

📩 Linki inceleyip program hakkında aklına takılan fakat açıklama kutusunda cevabını bulamadığın sorular için de selam@eceaybikeala.com adresine e-mail gönderirsen bu hafta boyunca dönüş yapıyor olacağım.

“Yollarımızın kesişmesi dileğiyle…” diyor (pun intended 😁) ve heyecandan telefonu elimden düşürmeden önce postu paylaş butonuna basıyorum ♥️🥳
🌟 İLGİNİZ İÇİN ÇOK TEŞEKKÜRLER, PROGRAM KONTENJANI 24 SAAT İÇİNDE DOLDU. Yetişememiş olup üzülenler olduğunu biliyorum, sizinle de bir sonraki programda buluşuruz - olmaz mı? ♥️ Herkese şimdiden çok güzel bir Aralık ayı diliyorum!

-

🤩 Her sene yalnızca bir kez, yeni yılın habercisi Aralık ayında açılan “Yol-A Çık” programı, bu kez interaktif yapısıyla 2022 dönemi “yolcularıyla” buluşmayı bekliyor!

🥲 Bu haberi paylaşırken ne kadar heyecanla dolup taştığımı, kalbimin nasıl da son sürat attığını kelimelere dökebilmem, yok hayır, hiç mümkün değil!

👩🏽‍💻 Ayrıntılı bilgi için profilimdeki linke tıklayabilir ya da eceaybikeala.com > “Mağaza” > “Yol-A Çık: İnteraktif Dijital Mektup Programı”nı seçebilirsin.

🕺 Programa katılan ilk 10 kişiden biri olursan da hooop %20 indirimi kapabilirsin.

📩 Linki inceleyip program hakkında aklına takılan fakat açıklama kutusunda cevabını bulamadığın sorular için de selam@eceaybikeala.com adresine e-mail gönderirsen bu hafta boyunca dönüş yapıyor olacağım.

“Yollarımızın kesişmesi dileğiyle…” diyor (pun intended 😁) ve heyecandan telefonu elimden düşürmeden önce postu paylaş butonuna basıyorum ♥️🥳
🌟 İLGİNİZ İÇİN ÇOK TEŞEKKÜRLER, PROGRAM KONTENJANI 24 SAAT İÇİNDE DOLDU. Yetişememiş olup üzülenler olduğunu biliyorum, sizinle de bir sonraki programda buluşuruz - olmaz mı? ♥️ Herkese şimdiden çok güzel bir Aralık ayı diliyorum!

-

🤩 Her sene yalnızca bir kez, yeni yılın habercisi Aralık ayında açılan “Yol-A Çık” programı, bu kez interaktif yapısıyla 2022 dönemi “yolcularıyla” buluşmayı bekliyor!

🥲 Bu haberi paylaşırken ne kadar heyecanla dolup taştığımı, kalbimin nasıl da son sürat attığını kelimelere dökebilmem, yok hayır, hiç mümkün değil!

👩🏽‍💻 Ayrıntılı bilgi için profilimdeki linke tıklayabilir ya da eceaybikeala.com > “Mağaza” > “Yol-A Çık: İnteraktif Dijital Mektup Programı”nı seçebilirsin.

🕺 Programa katılan ilk 10 kişiden biri olursan da hooop %20 indirimi kapabilirsin.

📩 Linki inceleyip program hakkında aklına takılan fakat açıklama kutusunda cevabını bulamadığın sorular için de selam@eceaybikeala.com adresine e-mail gönderirsen bu hafta boyunca dönüş yapıyor olacağım.

“Yollarımızın kesişmesi dileğiyle…” diyor (pun intended 😁) ve heyecandan telefonu elimden düşürmeden önce postu paylaş butonuna basıyorum ♥️🥳
🌟 İLGİNİZ İÇİN ÇOK TEŞEKKÜRLER, PROGRAM KONTENJANI 24 SAAT İÇİNDE DOLDU. Yetişememiş olup üzülenler olduğunu biliyorum, sizinle de bir sonraki programda buluşuruz - olmaz mı? ♥️ Herkese şimdiden çok güzel bir Aralık ayı diliyorum!

-

🤩 Her sene yalnızca bir kez, yeni yılın habercisi Aralık ayında açılan “Yol-A Çık” programı, bu kez interaktif yapısıyla 2022 dönemi “yolcularıyla” buluşmayı bekliyor!

🥲 Bu haberi paylaşırken ne kadar heyecanla dolup taştığımı, kalbimin nasıl da son sürat attığını kelimelere dökebilmem, yok hayır, hiç mümkün değil!

👩🏽‍💻 Ayrıntılı bilgi için profilimdeki linke tıklayabilir ya da eceaybikeala.com > “Mağaza” > “Yol-A Çık: İnteraktif Dijital Mektup Programı”nı seçebilirsin.

🕺 Programa katılan ilk 10 kişiden biri olursan da hooop %20 indirimi kapabilirsin.

📩 Linki inceleyip program hakkında aklına takılan fakat açıklama kutusunda cevabını bulamadığın sorular için de selam@eceaybikeala.com adresine e-mail gönderirsen bu hafta boyunca dönüş yapıyor olacağım.

“Yollarımızın kesişmesi dileğiyle…” diyor (pun intended 😁) ve heyecandan telefonu elimden düşürmeden önce postu paylaş butonuna basıyorum ♥️🥳
🌟 İLGİNİZ İÇİN ÇOK TEŞEKKÜRLER, PROGRAM KONTENJANI 24 SAAT İÇİNDE DOLDU. Yetişememiş olup üzülenler olduğunu biliyorum, sizinle de bir sonraki programda buluşuruz - olmaz mı? ♥️ Herkese şimdiden çok güzel bir Aralık ayı diliyorum!

-

🤩 Her sene yalnızca bir kez, yeni yılın habercisi Aralık ayında açılan “Yol-A Çık” programı, bu kez interaktif yapısıyla 2022 dönemi “yolcularıyla” buluşmayı bekliyor!

🥲 Bu haberi paylaşırken ne kadar heyecanla dolup taştığımı, kalbimin nasıl da son sürat attığını kelimelere dökebilmem, yok hayır, hiç mümkün değil!

👩🏽‍💻 Ayrıntılı bilgi için profilimdeki linke tıklayabilir ya da eceaybikeala.com > “Mağaza” > “Yol-A Çık: İnteraktif Dijital Mektup Programı”nı seçebilirsin.

🕺 Programa katılan ilk 10 kişiden biri olursan da hooop %20 indirimi kapabilirsin.

📩 Linki inceleyip program hakkında aklına takılan fakat açıklama kutusunda cevabını bulamadığın sorular için de selam@eceaybikeala.com adresine e-mail gönderirsen bu hafta boyunca dönüş yapıyor olacağım.

“Yollarımızın kesişmesi dileğiyle…” diyor (pun intended 😁) ve heyecandan telefonu elimden düşürmeden önce postu paylaş butonuna basıyorum ♥️🥳
🌟 İLGİNİZ İÇİN ÇOK TEŞEKKÜRLER, PROGRAM KONTENJANI 24 SAAT İÇİNDE DOLDU. Yetişememiş olup üzülenler olduğunu biliyorum, sizinle de bir sonraki programda buluşuruz - olmaz mı? ♥️ Herkese şimdiden çok güzel bir Aralık ayı diliyorum!

-

🤩 Her sene yalnızca bir kez, yeni yılın habercisi Aralık ayında açılan “Yol-A Çık” programı, bu kez interaktif yapısıyla 2022 dönemi “yolcularıyla” buluşmayı bekliyor!

🥲 Bu haberi paylaşırken ne kadar heyecanla dolup taştığımı, kalbimin nasıl da son sürat attığını kelimelere dökebilmem, yok hayır, hiç mümkün değil!

👩🏽‍💻 Ayrıntılı bilgi için profilimdeki linke tıklayabilir ya da eceaybikeala.com > “Mağaza” > “Yol-A Çık: İnteraktif Dijital Mektup Programı”nı seçebilirsin.

🕺 Programa katılan ilk 10 kişiden biri olursan da hooop %20 indirimi kapabilirsin.

📩 Linki inceleyip program hakkında aklına takılan fakat açıklama kutusunda cevabını bulamadığın sorular için de selam@eceaybikeala.com adresine e-mail gönderirsen bu hafta boyunca dönüş yapıyor olacağım.

“Yollarımızın kesişmesi dileğiyle…” diyor (pun intended 😁) ve heyecandan telefonu elimden düşürmeden önce postu paylaş butonuna basıyorum ♥️🥳
🌟 İLGİNİZ İÇİN ÇOK TEŞEKKÜRLER, PROGRAM KONTENJANI 24 SAAT İÇİNDE DOLDU. Yetişememiş olup üzülenler olduğunu biliyorum, sizinle de bir sonraki programda buluşuruz - olmaz mı? ♥️ Herkese şimdiden çok güzel bir Aralık ayı diliyorum!

-

🤩 Her sene yalnızca bir kez, yeni yılın habercisi Aralık ayında açılan “Yol-A Çık” programı, bu kez interaktif yapısıyla 2022 dönemi “yolcularıyla” buluşmayı bekliyor!

🥲 Bu haberi paylaşırken ne kadar heyecanla dolup taştığımı, kalbimin nasıl da son sürat attığını kelimelere dökebilmem, yok hayır, hiç mümkün değil!

👩🏽‍💻 Ayrıntılı bilgi için profilimdeki linke tıklayabilir ya da eceaybikeala.com > “Mağaza” > “Yol-A Çık: İnteraktif Dijital Mektup Programı”nı seçebilirsin.

🕺 Programa katılan ilk 10 kişiden biri olursan da hooop %20 indirimi kapabilirsin.

📩 Linki inceleyip program hakkında aklına takılan fakat açıklama kutusunda cevabını bulamadığın sorular için de selam@eceaybikeala.com adresine e-mail gönderirsen bu hafta boyunca dönüş yapıyor olacağım.

“Yollarımızın kesişmesi dileğiyle…” diyor (pun intended 😁) ve heyecandan telefonu elimden düşürmeden önce postu paylaş butonuna basıyorum ♥️🥳
eceaybikeala
eceaybikeala
•
Follow
🌟 İLGİNİZ İÇİN ÇOK TEŞEKKÜRLER, PROGRAM KONTENJANI 24 SAAT İÇİNDE DOLDU. Yetişememiş olup üzülenler olduğunu biliyorum, sizinle de bir sonraki programda buluşuruz - olmaz mı? ♥️ Herkese şimdiden çok güzel bir Aralık ayı diliyorum! - 🤩 Her sene yalnızca bir kez, yeni yılın habercisi Aralık ayında açılan “Yol-A Çık” programı, bu kez interaktif yapısıyla 2022 dönemi “yolcularıyla” buluşmayı bekliyor! 🥲 Bu haberi paylaşırken ne kadar heyecanla dolup taştığımı, kalbimin nasıl da son sürat attığını kelimelere dökebilmem, yok hayır, hiç mümkün değil! 👩🏽‍💻 Ayrıntılı bilgi için profilimdeki linke tıklayabilir ya da eceaybikeala.com > “Mağaza” > “Yol-A Çık: İnteraktif Dijital Mektup Programı”nı seçebilirsin. 🕺 Programa katılan ilk 10 kişiden biri olursan da hooop %20 indirimi kapabilirsin. 📩 Linki inceleyip program hakkında aklına takılan fakat açıklama kutusunda cevabını bulamadığın sorular için de selam@eceaybikeala.com adresine e-mail gönderirsen bu hafta boyunca dönüş yapıyor olacağım. “Yollarımızın kesişmesi dileğiyle…” diyor (pun intended 😁) ve heyecandan telefonu elimden düşürmeden önce postu paylaş butonuna basıyorum ♥️🥳
6 ay önce
View on Instagram |
4/6
📖 Dün gece Brene Brown'un "The Gifts of Imperfection" (Mükemmel Olmamanın Hediyeleri) isimli kitabını okumaya başladım. Bilmeyenler için, Brene Brown kariyerini cesaret, kırılganlık, utanç gibi duyguları çalışmaya adamış bir akademisyen - ki Netflix'teki "The Call to Courage" (Cesaret Çağrısı) isimli çok sevilen konuşmasından da hatırlayanlar olacaktır mutlaka.

👂 Kitabın nemli gözlerle bitirdiğim önsözü ve ilk bölümünün ardından Brown'un ikinci bölümde paylaştığı hikaye ve yorumları beni o denli etkiledi ki önce Kim'i yanıma oturtup ona okudum, aldığım "Çok, çok güzel. Keşke bu bilgilere herkesin erişimi olsa, okul panolarına, otobüs duraklarına asılsa." cevabının ardından da okuduklarımı çevirip özetleyerek sizinle paylaşmaya karar verdim.

Dilerim okuyacaklarınız sizin zihninizi de en az bizimki kadar (şefkatle) açar ♥️

-

🙅🏻‍♂️ Brown, günlerden bir gün bir devlet okulu tarafından ebeveynlere bir konuşma yapması için davet ediliyor. Fakat konuşma esnasında, seyircilerin arasından kollarını kavuşturup dişlerini gıcırdatarak ve durmadan "üff! püff!" sesleri çıkararak onu dinlemek istemediğini açıkça belli eden bir ebeveynin (hiç huyu olmadığı halde) onayını ve takdirini kazanabilmek adına çabalamaya başlayınca, normal şartlarda asla yapmak istemeyeceği türden bir konuşma yaparken buluyor kendisini.

🗣 Daha yüksek sesle konuşmaya, korkutucu istatistikler paylaşmaya başlıyor ve kurduğu her cümleyle daha çok uzaklaştığını hissediyor kendi otantik üslubundan.

😫 Konuşma sonrasında salonu hızla terk ederken, tahmin edersiniz ki bahsi geçen ebeveynin ne onayını ne de takdirini kazanabilmiş durumda. Üstüne üstlük, senelerini utanç duygusunu çalışmakla geçirmiş bir bilim insanı olarak, bedeninin göndermekte olduğu o "utanç fırtınası" sinyallerinin de ne yazık ki oldukça farkında.

Kuru bir ağız, sıcak bir yüz, çılgınca çarpan bir kalp.
Yavaşlayan zaman algısı.
Zihinde istemsizce, ağır çekimde tekrar tekrar oynatılan o malum anlar.

[Yazının devamını yorumlarda numaraları takip ederek okuyabilirsiniz 👇]
📖 Dün gece Brene Brown'un "The Gifts of Imperfection" (Mükemmel Olmamanın Hediyeleri) isimli kitabını okumaya başladım. Bilmeyenler için, Brene Brown kariyerini cesaret, kırılganlık, utanç gibi duyguları çalışmaya adamış bir akademisyen - ki Netflix'teki "The Call to Courage" (Cesaret Çağrısı) isimli çok sevilen konuşmasından da hatırlayanlar olacaktır mutlaka.

👂 Kitabın nemli gözlerle bitirdiğim önsözü ve ilk bölümünün ardından Brown'un ikinci bölümde paylaştığı hikaye ve yorumları beni o denli etkiledi ki önce Kim'i yanıma oturtup ona okudum, aldığım "Çok, çok güzel. Keşke bu bilgilere herkesin erişimi olsa, okul panolarına, otobüs duraklarına asılsa." cevabının ardından da okuduklarımı çevirip özetleyerek sizinle paylaşmaya karar verdim.

Dilerim okuyacaklarınız sizin zihninizi de en az bizimki kadar (şefkatle) açar ♥️

-

🙅🏻‍♂️ Brown, günlerden bir gün bir devlet okulu tarafından ebeveynlere bir konuşma yapması için davet ediliyor. Fakat konuşma esnasında, seyircilerin arasından kollarını kavuşturup dişlerini gıcırdatarak ve durmadan "üff! püff!" sesleri çıkararak onu dinlemek istemediğini açıkça belli eden bir ebeveynin (hiç huyu olmadığı halde) onayını ve takdirini kazanabilmek adına çabalamaya başlayınca, normal şartlarda asla yapmak istemeyeceği türden bir konuşma yaparken buluyor kendisini.

🗣 Daha yüksek sesle konuşmaya, korkutucu istatistikler paylaşmaya başlıyor ve kurduğu her cümleyle daha çok uzaklaştığını hissediyor kendi otantik üslubundan.

😫 Konuşma sonrasında salonu hızla terk ederken, tahmin edersiniz ki bahsi geçen ebeveynin ne onayını ne de takdirini kazanabilmiş durumda. Üstüne üstlük, senelerini utanç duygusunu çalışmakla geçirmiş bir bilim insanı olarak, bedeninin göndermekte olduğu o "utanç fırtınası" sinyallerinin de ne yazık ki oldukça farkında.

Kuru bir ağız, sıcak bir yüz, çılgınca çarpan bir kalp.
Yavaşlayan zaman algısı.
Zihinde istemsizce, ağır çekimde tekrar tekrar oynatılan o malum anlar.

[Yazının devamını yorumlarda numaraları takip ederek okuyabilirsiniz 👇]
📖 Dün gece Brene Brown'un "The Gifts of Imperfection" (Mükemmel Olmamanın Hediyeleri) isimli kitabını okumaya başladım. Bilmeyenler için, Brene Brown kariyerini cesaret, kırılganlık, utanç gibi duyguları çalışmaya adamış bir akademisyen - ki Netflix'teki "The Call to Courage" (Cesaret Çağrısı) isimli çok sevilen konuşmasından da hatırlayanlar olacaktır mutlaka.

👂 Kitabın nemli gözlerle bitirdiğim önsözü ve ilk bölümünün ardından Brown'un ikinci bölümde paylaştığı hikaye ve yorumları beni o denli etkiledi ki önce Kim'i yanıma oturtup ona okudum, aldığım "Çok, çok güzel. Keşke bu bilgilere herkesin erişimi olsa, okul panolarına, otobüs duraklarına asılsa." cevabının ardından da okuduklarımı çevirip özetleyerek sizinle paylaşmaya karar verdim.

Dilerim okuyacaklarınız sizin zihninizi de en az bizimki kadar (şefkatle) açar ♥️

-

🙅🏻‍♂️ Brown, günlerden bir gün bir devlet okulu tarafından ebeveynlere bir konuşma yapması için davet ediliyor. Fakat konuşma esnasında, seyircilerin arasından kollarını kavuşturup dişlerini gıcırdatarak ve durmadan "üff! püff!" sesleri çıkararak onu dinlemek istemediğini açıkça belli eden bir ebeveynin (hiç huyu olmadığı halde) onayını ve takdirini kazanabilmek adına çabalamaya başlayınca, normal şartlarda asla yapmak istemeyeceği türden bir konuşma yaparken buluyor kendisini.

🗣 Daha yüksek sesle konuşmaya, korkutucu istatistikler paylaşmaya başlıyor ve kurduğu her cümleyle daha çok uzaklaştığını hissediyor kendi otantik üslubundan.

😫 Konuşma sonrasında salonu hızla terk ederken, tahmin edersiniz ki bahsi geçen ebeveynin ne onayını ne de takdirini kazanabilmiş durumda. Üstüne üstlük, senelerini utanç duygusunu çalışmakla geçirmiş bir bilim insanı olarak, bedeninin göndermekte olduğu o "utanç fırtınası" sinyallerinin de ne yazık ki oldukça farkında.

Kuru bir ağız, sıcak bir yüz, çılgınca çarpan bir kalp.
Yavaşlayan zaman algısı.
Zihinde istemsizce, ağır çekimde tekrar tekrar oynatılan o malum anlar.

[Yazının devamını yorumlarda numaraları takip ederek okuyabilirsiniz 👇]
📖 Dün gece Brene Brown'un "The Gifts of Imperfection" (Mükemmel Olmamanın Hediyeleri) isimli kitabını okumaya başladım. Bilmeyenler için, Brene Brown kariyerini cesaret, kırılganlık, utanç gibi duyguları çalışmaya adamış bir akademisyen - ki Netflix'teki "The Call to Courage" (Cesaret Çağrısı) isimli çok sevilen konuşmasından da hatırlayanlar olacaktır mutlaka.

👂 Kitabın nemli gözlerle bitirdiğim önsözü ve ilk bölümünün ardından Brown'un ikinci bölümde paylaştığı hikaye ve yorumları beni o denli etkiledi ki önce Kim'i yanıma oturtup ona okudum, aldığım "Çok, çok güzel. Keşke bu bilgilere herkesin erişimi olsa, okul panolarına, otobüs duraklarına asılsa." cevabının ardından da okuduklarımı çevirip özetleyerek sizinle paylaşmaya karar verdim.

Dilerim okuyacaklarınız sizin zihninizi de en az bizimki kadar (şefkatle) açar ♥️

-

🙅🏻‍♂️ Brown, günlerden bir gün bir devlet okulu tarafından ebeveynlere bir konuşma yapması için davet ediliyor. Fakat konuşma esnasında, seyircilerin arasından kollarını kavuşturup dişlerini gıcırdatarak ve durmadan "üff! püff!" sesleri çıkararak onu dinlemek istemediğini açıkça belli eden bir ebeveynin (hiç huyu olmadığı halde) onayını ve takdirini kazanabilmek adına çabalamaya başlayınca, normal şartlarda asla yapmak istemeyeceği türden bir konuşma yaparken buluyor kendisini.

🗣 Daha yüksek sesle konuşmaya, korkutucu istatistikler paylaşmaya başlıyor ve kurduğu her cümleyle daha çok uzaklaştığını hissediyor kendi otantik üslubundan.

😫 Konuşma sonrasında salonu hızla terk ederken, tahmin edersiniz ki bahsi geçen ebeveynin ne onayını ne de takdirini kazanabilmiş durumda. Üstüne üstlük, senelerini utanç duygusunu çalışmakla geçirmiş bir bilim insanı olarak, bedeninin göndermekte olduğu o "utanç fırtınası" sinyallerinin de ne yazık ki oldukça farkında.

Kuru bir ağız, sıcak bir yüz, çılgınca çarpan bir kalp.
Yavaşlayan zaman algısı.
Zihinde istemsizce, ağır çekimde tekrar tekrar oynatılan o malum anlar.

[Yazının devamını yorumlarda numaraları takip ederek okuyabilirsiniz 👇]
📖 Dün gece Brene Brown'un "The Gifts of Imperfection" (Mükemmel Olmamanın Hediyeleri) isimli kitabını okumaya başladım. Bilmeyenler için, Brene Brown kariyerini cesaret, kırılganlık, utanç gibi duyguları çalışmaya adamış bir akademisyen - ki Netflix'teki "The Call to Courage" (Cesaret Çağrısı) isimli çok sevilen konuşmasından da hatırlayanlar olacaktır mutlaka.

👂 Kitabın nemli gözlerle bitirdiğim önsözü ve ilk bölümünün ardından Brown'un ikinci bölümde paylaştığı hikaye ve yorumları beni o denli etkiledi ki önce Kim'i yanıma oturtup ona okudum, aldığım "Çok, çok güzel. Keşke bu bilgilere herkesin erişimi olsa, okul panolarına, otobüs duraklarına asılsa." cevabının ardından da okuduklarımı çevirip özetleyerek sizinle paylaşmaya karar verdim.

Dilerim okuyacaklarınız sizin zihninizi de en az bizimki kadar (şefkatle) açar ♥️

-

🙅🏻‍♂️ Brown, günlerden bir gün bir devlet okulu tarafından ebeveynlere bir konuşma yapması için davet ediliyor. Fakat konuşma esnasında, seyircilerin arasından kollarını kavuşturup dişlerini gıcırdatarak ve durmadan "üff! püff!" sesleri çıkararak onu dinlemek istemediğini açıkça belli eden bir ebeveynin (hiç huyu olmadığı halde) onayını ve takdirini kazanabilmek adına çabalamaya başlayınca, normal şartlarda asla yapmak istemeyeceği türden bir konuşma yaparken buluyor kendisini.

🗣 Daha yüksek sesle konuşmaya, korkutucu istatistikler paylaşmaya başlıyor ve kurduğu her cümleyle daha çok uzaklaştığını hissediyor kendi otantik üslubundan.

😫 Konuşma sonrasında salonu hızla terk ederken, tahmin edersiniz ki bahsi geçen ebeveynin ne onayını ne de takdirini kazanabilmiş durumda. Üstüne üstlük, senelerini utanç duygusunu çalışmakla geçirmiş bir bilim insanı olarak, bedeninin göndermekte olduğu o "utanç fırtınası" sinyallerinin de ne yazık ki oldukça farkında.

Kuru bir ağız, sıcak bir yüz, çılgınca çarpan bir kalp.
Yavaşlayan zaman algısı.
Zihinde istemsizce, ağır çekimde tekrar tekrar oynatılan o malum anlar.

[Yazının devamını yorumlarda numaraları takip ederek okuyabilirsiniz 👇]
📖 Dün gece Brene Brown'un "The Gifts of Imperfection" (Mükemmel Olmamanın Hediyeleri) isimli kitabını okumaya başladım. Bilmeyenler için, Brene Brown kariyerini cesaret, kırılganlık, utanç gibi duyguları çalışmaya adamış bir akademisyen - ki Netflix'teki "The Call to Courage" (Cesaret Çağrısı) isimli çok sevilen konuşmasından da hatırlayanlar olacaktır mutlaka.

👂 Kitabın nemli gözlerle bitirdiğim önsözü ve ilk bölümünün ardından Brown'un ikinci bölümde paylaştığı hikaye ve yorumları beni o denli etkiledi ki önce Kim'i yanıma oturtup ona okudum, aldığım "Çok, çok güzel. Keşke bu bilgilere herkesin erişimi olsa, okul panolarına, otobüs duraklarına asılsa." cevabının ardından da okuduklarımı çevirip özetleyerek sizinle paylaşmaya karar verdim.

Dilerim okuyacaklarınız sizin zihninizi de en az bizimki kadar (şefkatle) açar ♥️

-

🙅🏻‍♂️ Brown, günlerden bir gün bir devlet okulu tarafından ebeveynlere bir konuşma yapması için davet ediliyor. Fakat konuşma esnasında, seyircilerin arasından kollarını kavuşturup dişlerini gıcırdatarak ve durmadan "üff! püff!" sesleri çıkararak onu dinlemek istemediğini açıkça belli eden bir ebeveynin (hiç huyu olmadığı halde) onayını ve takdirini kazanabilmek adına çabalamaya başlayınca, normal şartlarda asla yapmak istemeyeceği türden bir konuşma yaparken buluyor kendisini.

🗣 Daha yüksek sesle konuşmaya, korkutucu istatistikler paylaşmaya başlıyor ve kurduğu her cümleyle daha çok uzaklaştığını hissediyor kendi otantik üslubundan.

😫 Konuşma sonrasında salonu hızla terk ederken, tahmin edersiniz ki bahsi geçen ebeveynin ne onayını ne de takdirini kazanabilmiş durumda. Üstüne üstlük, senelerini utanç duygusunu çalışmakla geçirmiş bir bilim insanı olarak, bedeninin göndermekte olduğu o "utanç fırtınası" sinyallerinin de ne yazık ki oldukça farkında.

Kuru bir ağız, sıcak bir yüz, çılgınca çarpan bir kalp.
Yavaşlayan zaman algısı.
Zihinde istemsizce, ağır çekimde tekrar tekrar oynatılan o malum anlar.

[Yazının devamını yorumlarda numaraları takip ederek okuyabilirsiniz 👇]
📖 Dün gece Brene Brown'un "The Gifts of Imperfection" (Mükemmel Olmamanın Hediyeleri) isimli kitabını okumaya başladım. Bilmeyenler için, Brene Brown kariyerini cesaret, kırılganlık, utanç gibi duyguları çalışmaya adamış bir akademisyen - ki Netflix'teki "The Call to Courage" (Cesaret Çağrısı) isimli çok sevilen konuşmasından da hatırlayanlar olacaktır mutlaka.

👂 Kitabın nemli gözlerle bitirdiğim önsözü ve ilk bölümünün ardından Brown'un ikinci bölümde paylaştığı hikaye ve yorumları beni o denli etkiledi ki önce Kim'i yanıma oturtup ona okudum, aldığım "Çok, çok güzel. Keşke bu bilgilere herkesin erişimi olsa, okul panolarına, otobüs duraklarına asılsa." cevabının ardından da okuduklarımı çevirip özetleyerek sizinle paylaşmaya karar verdim.

Dilerim okuyacaklarınız sizin zihninizi de en az bizimki kadar (şefkatle) açar ♥️

-

🙅🏻‍♂️ Brown, günlerden bir gün bir devlet okulu tarafından ebeveynlere bir konuşma yapması için davet ediliyor. Fakat konuşma esnasında, seyircilerin arasından kollarını kavuşturup dişlerini gıcırdatarak ve durmadan "üff! püff!" sesleri çıkararak onu dinlemek istemediğini açıkça belli eden bir ebeveynin (hiç huyu olmadığı halde) onayını ve takdirini kazanabilmek adına çabalamaya başlayınca, normal şartlarda asla yapmak istemeyeceği türden bir konuşma yaparken buluyor kendisini.

🗣 Daha yüksek sesle konuşmaya, korkutucu istatistikler paylaşmaya başlıyor ve kurduğu her cümleyle daha çok uzaklaştığını hissediyor kendi otantik üslubundan.

😫 Konuşma sonrasında salonu hızla terk ederken, tahmin edersiniz ki bahsi geçen ebeveynin ne onayını ne de takdirini kazanabilmiş durumda. Üstüne üstlük, senelerini utanç duygusunu çalışmakla geçirmiş bir bilim insanı olarak, bedeninin göndermekte olduğu o "utanç fırtınası" sinyallerinin de ne yazık ki oldukça farkında.

Kuru bir ağız, sıcak bir yüz, çılgınca çarpan bir kalp.
Yavaşlayan zaman algısı.
Zihinde istemsizce, ağır çekimde tekrar tekrar oynatılan o malum anlar.

[Yazının devamını yorumlarda numaraları takip ederek okuyabilirsiniz 👇]
📖 Dün gece Brene Brown'un "The Gifts of Imperfection" (Mükemmel Olmamanın Hediyeleri) isimli kitabını okumaya başladım. Bilmeyenler için, Brene Brown kariyerini cesaret, kırılganlık, utanç gibi duyguları çalışmaya adamış bir akademisyen - ki Netflix'teki "The Call to Courage" (Cesaret Çağrısı) isimli çok sevilen konuşmasından da hatırlayanlar olacaktır mutlaka.

👂 Kitabın nemli gözlerle bitirdiğim önsözü ve ilk bölümünün ardından Brown'un ikinci bölümde paylaştığı hikaye ve yorumları beni o denli etkiledi ki önce Kim'i yanıma oturtup ona okudum, aldığım "Çok, çok güzel. Keşke bu bilgilere herkesin erişimi olsa, okul panolarına, otobüs duraklarına asılsa." cevabının ardından da okuduklarımı çevirip özetleyerek sizinle paylaşmaya karar verdim.

Dilerim okuyacaklarınız sizin zihninizi de en az bizimki kadar (şefkatle) açar ♥️

-

🙅🏻‍♂️ Brown, günlerden bir gün bir devlet okulu tarafından ebeveynlere bir konuşma yapması için davet ediliyor. Fakat konuşma esnasında, seyircilerin arasından kollarını kavuşturup dişlerini gıcırdatarak ve durmadan "üff! püff!" sesleri çıkararak onu dinlemek istemediğini açıkça belli eden bir ebeveynin (hiç huyu olmadığı halde) onayını ve takdirini kazanabilmek adına çabalamaya başlayınca, normal şartlarda asla yapmak istemeyeceği türden bir konuşma yaparken buluyor kendisini.

🗣 Daha yüksek sesle konuşmaya, korkutucu istatistikler paylaşmaya başlıyor ve kurduğu her cümleyle daha çok uzaklaştığını hissediyor kendi otantik üslubundan.

😫 Konuşma sonrasında salonu hızla terk ederken, tahmin edersiniz ki bahsi geçen ebeveynin ne onayını ne de takdirini kazanabilmiş durumda. Üstüne üstlük, senelerini utanç duygusunu çalışmakla geçirmiş bir bilim insanı olarak, bedeninin göndermekte olduğu o "utanç fırtınası" sinyallerinin de ne yazık ki oldukça farkında.

Kuru bir ağız, sıcak bir yüz, çılgınca çarpan bir kalp.
Yavaşlayan zaman algısı.
Zihinde istemsizce, ağır çekimde tekrar tekrar oynatılan o malum anlar.

[Yazının devamını yorumlarda numaraları takip ederek okuyabilirsiniz 👇]
📖 Dün gece Brene Brown'un "The Gifts of Imperfection" (Mükemmel Olmamanın Hediyeleri) isimli kitabını okumaya başladım. Bilmeyenler için, Brene Brown kariyerini cesaret, kırılganlık, utanç gibi duyguları çalışmaya adamış bir akademisyen - ki Netflix'teki "The Call to Courage" (Cesaret Çağrısı) isimli çok sevilen konuşmasından da hatırlayanlar olacaktır mutlaka.

👂 Kitabın nemli gözlerle bitirdiğim önsözü ve ilk bölümünün ardından Brown'un ikinci bölümde paylaştığı hikaye ve yorumları beni o denli etkiledi ki önce Kim'i yanıma oturtup ona okudum, aldığım "Çok, çok güzel. Keşke bu bilgilere herkesin erişimi olsa, okul panolarına, otobüs duraklarına asılsa." cevabının ardından da okuduklarımı çevirip özetleyerek sizinle paylaşmaya karar verdim.

Dilerim okuyacaklarınız sizin zihninizi de en az bizimki kadar (şefkatle) açar ♥️

-

🙅🏻‍♂️ Brown, günlerden bir gün bir devlet okulu tarafından ebeveynlere bir konuşma yapması için davet ediliyor. Fakat konuşma esnasında, seyircilerin arasından kollarını kavuşturup dişlerini gıcırdatarak ve durmadan "üff! püff!" sesleri çıkararak onu dinlemek istemediğini açıkça belli eden bir ebeveynin (hiç huyu olmadığı halde) onayını ve takdirini kazanabilmek adına çabalamaya başlayınca, normal şartlarda asla yapmak istemeyeceği türden bir konuşma yaparken buluyor kendisini.

🗣 Daha yüksek sesle konuşmaya, korkutucu istatistikler paylaşmaya başlıyor ve kurduğu her cümleyle daha çok uzaklaştığını hissediyor kendi otantik üslubundan.

😫 Konuşma sonrasında salonu hızla terk ederken, tahmin edersiniz ki bahsi geçen ebeveynin ne onayını ne de takdirini kazanabilmiş durumda. Üstüne üstlük, senelerini utanç duygusunu çalışmakla geçirmiş bir bilim insanı olarak, bedeninin göndermekte olduğu o "utanç fırtınası" sinyallerinin de ne yazık ki oldukça farkında.

Kuru bir ağız, sıcak bir yüz, çılgınca çarpan bir kalp.
Yavaşlayan zaman algısı.
Zihinde istemsizce, ağır çekimde tekrar tekrar oynatılan o malum anlar.

[Yazının devamını yorumlarda numaraları takip ederek okuyabilirsiniz 👇]
eceaybikeala
eceaybikeala
•
Follow
📖 Dün gece Brene Brown'un "The Gifts of Imperfection" (Mükemmel Olmamanın Hediyeleri) isimli kitabını okumaya başladım. Bilmeyenler için, Brene Brown kariyerini cesaret, kırılganlık, utanç gibi duyguları çalışmaya adamış bir akademisyen - ki Netflix'teki "The Call to Courage" (Cesaret Çağrısı) isimli çok sevilen konuşmasından da hatırlayanlar olacaktır mutlaka. 👂 Kitabın nemli gözlerle bitirdiğim önsözü ve ilk bölümünün ardından Brown'un ikinci bölümde paylaştığı hikaye ve yorumları beni o denli etkiledi ki önce Kim'i yanıma oturtup ona okudum, aldığım "Çok, çok güzel. Keşke bu bilgilere herkesin erişimi olsa, okul panolarına, otobüs duraklarına asılsa." cevabının ardından da okuduklarımı çevirip özetleyerek sizinle paylaşmaya karar verdim. Dilerim okuyacaklarınız sizin zihninizi de en az bizimki kadar (şefkatle) açar ♥️ - 🙅🏻‍♂️ Brown, günlerden bir gün bir devlet okulu tarafından ebeveynlere bir konuşma yapması için davet ediliyor. Fakat konuşma esnasında, seyircilerin arasından kollarını kavuşturup dişlerini gıcırdatarak ve durmadan "üff! püff!" sesleri çıkararak onu dinlemek istemediğini açıkça belli eden bir ebeveynin (hiç huyu olmadığı halde) onayını ve takdirini kazanabilmek adına çabalamaya başlayınca, normal şartlarda asla yapmak istemeyeceği türden bir konuşma yaparken buluyor kendisini. 🗣 Daha yüksek sesle konuşmaya, korkutucu istatistikler paylaşmaya başlıyor ve kurduğu her cümleyle daha çok uzaklaştığını hissediyor kendi otantik üslubundan. 😫 Konuşma sonrasında salonu hızla terk ederken, tahmin edersiniz ki bahsi geçen ebeveynin ne onayını ne de takdirini kazanabilmiş durumda. Üstüne üstlük, senelerini utanç duygusunu çalışmakla geçirmiş bir bilim insanı olarak, bedeninin göndermekte olduğu o "utanç fırtınası" sinyallerinin de ne yazık ki oldukça farkında. Kuru bir ağız, sıcak bir yüz, çılgınca çarpan bir kalp. Yavaşlayan zaman algısı. Zihinde istemsizce, ağır çekimde tekrar tekrar oynatılan o malum anlar. [Yazının devamını yorumlarda numaraları takip ederek okuyabilirsiniz 👇]
8 ay önce
View on Instagram |
5/6
🔬 Bu post, "Bir bilimsel makale tarafından nasıl influence edildim?"in hikayesidir.

🌿 Ek olarak yüksek doz yağmur sonrası çam kokusu, ev yapımı patates salatası yanında hüpletilen lezzetli vegan chorizolar, köpeklerini göl kenarında yürüyüşe çıkarmış kampçılara kedilerini göl kenarında yürüyüşe çıkarmış Ece & Kim şoku, Magrathea gezegenine doğru yol almakta olan galaktik otostopçular Arthur Dent ve Ford Prefect'in muhtemelen yaşamın kendisinden daha absürt olmayan maceralarını sesli okuyup kıkırdamaca, kahve kupası kılığına girmiş şarap kadehleri, çimlerde yuvarlanarak sarılmaca, Moonrise Kingdom lokasyonlu çadırda Bottle Rocket izleyip 1 metre öteden gelen dalga seslerini dinleyerek uyuyakalmaca, gece boyu bir çift yumuşak pati tarafından sırta yapılan masaj ve sabah şiş ama mutlu gözlerle üç saniyede hazırlanan Norveç kahvaltısı içerir.

-

☕️ Kanepeye kıvrılıp elimde tabletim ve çayımla motivasyon literatürü okumaları yaptığım sıradan bir perşembe akşamıydı.

🐱 O sırada mutfak tezgahında sere serpe uzanmış, kısık gözlerle tüylerini yalamakla meşgul olan Askild'e kaydı bakışlarım. Göz göze geldik, durdu ve dilini dışarıda unuttu, hazırlıksız yakalandığı anlarda hep yaptığı gibi.

🐈 Üç gündür evde "maaağğğuuuuv" naraları atarak odadan odaya koşturup duruyor, ne kadar oyun oynarsak oynayalım her bulduğu fırsatta ellerimizi, ayaklarımızı ısırıyor, geceleri bağıra çağıra kapıları tırmalamak suretiyle uyutmuyor ve okşamalarımıza üç saniyeden fazla katlanamayarak çekip gidiyor, gittiği odadan da yüksek sesle kızmaya devam etmeyi ihmal etmiyordu.

👅 Ufak bir iç çekip okumaya devam etmek üzere başımı tabletime çevirirken o da homurdanarak tüylerini yalamaya kaldığı yerden devam etti.

-

📑 "Can Nature Make Us More Caring? Effects of Immersion in Nature on Intrinsic Aspirations and Generosity" isimli, 2009 yılında yayınlanmış bir makaleydi okuduğum. Doğada vakit geçirmenin mutluluğumuza ve iyi oluşumuza (well-being) pozitif etkilerini hepimiz ezberledik artık, diyordu. Fakat bu kez, meseleyi biraz daha farklı bir noktadan incelemeyi amaçlamıştı araştırmacılar.

[👇devamı yorumlarda, numaraları takip ederek okuyabilirsiniz]
🔬 Bu post, "Bir bilimsel makale tarafından nasıl influence edildim?"in hikayesidir.

🌿 Ek olarak yüksek doz yağmur sonrası çam kokusu, ev yapımı patates salatası yanında hüpletilen lezzetli vegan chorizolar, köpeklerini göl kenarında yürüyüşe çıkarmış kampçılara kedilerini göl kenarında yürüyüşe çıkarmış Ece & Kim şoku, Magrathea gezegenine doğru yol almakta olan galaktik otostopçular Arthur Dent ve Ford Prefect'in muhtemelen yaşamın kendisinden daha absürt olmayan maceralarını sesli okuyup kıkırdamaca, kahve kupası kılığına girmiş şarap kadehleri, çimlerde yuvarlanarak sarılmaca, Moonrise Kingdom lokasyonlu çadırda Bottle Rocket izleyip 1 metre öteden gelen dalga seslerini dinleyerek uyuyakalmaca, gece boyu bir çift yumuşak pati tarafından sırta yapılan masaj ve sabah şiş ama mutlu gözlerle üç saniyede hazırlanan Norveç kahvaltısı içerir.

-

☕️ Kanepeye kıvrılıp elimde tabletim ve çayımla motivasyon literatürü okumaları yaptığım sıradan bir perşembe akşamıydı.

🐱 O sırada mutfak tezgahında sere serpe uzanmış, kısık gözlerle tüylerini yalamakla meşgul olan Askild'e kaydı bakışlarım. Göz göze geldik, durdu ve dilini dışarıda unuttu, hazırlıksız yakalandığı anlarda hep yaptığı gibi.

🐈 Üç gündür evde "maaağğğuuuuv" naraları atarak odadan odaya koşturup duruyor, ne kadar oyun oynarsak oynayalım her bulduğu fırsatta ellerimizi, ayaklarımızı ısırıyor, geceleri bağıra çağıra kapıları tırmalamak suretiyle uyutmuyor ve okşamalarımıza üç saniyeden fazla katlanamayarak çekip gidiyor, gittiği odadan da yüksek sesle kızmaya devam etmeyi ihmal etmiyordu.

👅 Ufak bir iç çekip okumaya devam etmek üzere başımı tabletime çevirirken o da homurdanarak tüylerini yalamaya kaldığı yerden devam etti.

-

📑 "Can Nature Make Us More Caring? Effects of Immersion in Nature on Intrinsic Aspirations and Generosity" isimli, 2009 yılında yayınlanmış bir makaleydi okuduğum. Doğada vakit geçirmenin mutluluğumuza ve iyi oluşumuza (well-being) pozitif etkilerini hepimiz ezberledik artık, diyordu. Fakat bu kez, meseleyi biraz daha farklı bir noktadan incelemeyi amaçlamıştı araştırmacılar.

[👇devamı yorumlarda, numaraları takip ederek okuyabilirsiniz]
🔬 Bu post, "Bir bilimsel makale tarafından nasıl influence edildim?"in hikayesidir.

🌿 Ek olarak yüksek doz yağmur sonrası çam kokusu, ev yapımı patates salatası yanında hüpletilen lezzetli vegan chorizolar, köpeklerini göl kenarında yürüyüşe çıkarmış kampçılara kedilerini göl kenarında yürüyüşe çıkarmış Ece & Kim şoku, Magrathea gezegenine doğru yol almakta olan galaktik otostopçular Arthur Dent ve Ford Prefect'in muhtemelen yaşamın kendisinden daha absürt olmayan maceralarını sesli okuyup kıkırdamaca, kahve kupası kılığına girmiş şarap kadehleri, çimlerde yuvarlanarak sarılmaca, Moonrise Kingdom lokasyonlu çadırda Bottle Rocket izleyip 1 metre öteden gelen dalga seslerini dinleyerek uyuyakalmaca, gece boyu bir çift yumuşak pati tarafından sırta yapılan masaj ve sabah şiş ama mutlu gözlerle üç saniyede hazırlanan Norveç kahvaltısı içerir.

-

☕️ Kanepeye kıvrılıp elimde tabletim ve çayımla motivasyon literatürü okumaları yaptığım sıradan bir perşembe akşamıydı.

🐱 O sırada mutfak tezgahında sere serpe uzanmış, kısık gözlerle tüylerini yalamakla meşgul olan Askild'e kaydı bakışlarım. Göz göze geldik, durdu ve dilini dışarıda unuttu, hazırlıksız yakalandığı anlarda hep yaptığı gibi.

🐈 Üç gündür evde "maaağğğuuuuv" naraları atarak odadan odaya koşturup duruyor, ne kadar oyun oynarsak oynayalım her bulduğu fırsatta ellerimizi, ayaklarımızı ısırıyor, geceleri bağıra çağıra kapıları tırmalamak suretiyle uyutmuyor ve okşamalarımıza üç saniyeden fazla katlanamayarak çekip gidiyor, gittiği odadan da yüksek sesle kızmaya devam etmeyi ihmal etmiyordu.

👅 Ufak bir iç çekip okumaya devam etmek üzere başımı tabletime çevirirken o da homurdanarak tüylerini yalamaya kaldığı yerden devam etti.

-

📑 "Can Nature Make Us More Caring? Effects of Immersion in Nature on Intrinsic Aspirations and Generosity" isimli, 2009 yılında yayınlanmış bir makaleydi okuduğum. Doğada vakit geçirmenin mutluluğumuza ve iyi oluşumuza (well-being) pozitif etkilerini hepimiz ezberledik artık, diyordu. Fakat bu kez, meseleyi biraz daha farklı bir noktadan incelemeyi amaçlamıştı araştırmacılar.

[👇devamı yorumlarda, numaraları takip ederek okuyabilirsiniz]
🔬 Bu post, "Bir bilimsel makale tarafından nasıl influence edildim?"in hikayesidir.

🌿 Ek olarak yüksek doz yağmur sonrası çam kokusu, ev yapımı patates salatası yanında hüpletilen lezzetli vegan chorizolar, köpeklerini göl kenarında yürüyüşe çıkarmış kampçılara kedilerini göl kenarında yürüyüşe çıkarmış Ece & Kim şoku, Magrathea gezegenine doğru yol almakta olan galaktik otostopçular Arthur Dent ve Ford Prefect'in muhtemelen yaşamın kendisinden daha absürt olmayan maceralarını sesli okuyup kıkırdamaca, kahve kupası kılığına girmiş şarap kadehleri, çimlerde yuvarlanarak sarılmaca, Moonrise Kingdom lokasyonlu çadırda Bottle Rocket izleyip 1 metre öteden gelen dalga seslerini dinleyerek uyuyakalmaca, gece boyu bir çift yumuşak pati tarafından sırta yapılan masaj ve sabah şiş ama mutlu gözlerle üç saniyede hazırlanan Norveç kahvaltısı içerir.

-

☕️ Kanepeye kıvrılıp elimde tabletim ve çayımla motivasyon literatürü okumaları yaptığım sıradan bir perşembe akşamıydı.

🐱 O sırada mutfak tezgahında sere serpe uzanmış, kısık gözlerle tüylerini yalamakla meşgul olan Askild'e kaydı bakışlarım. Göz göze geldik, durdu ve dilini dışarıda unuttu, hazırlıksız yakalandığı anlarda hep yaptığı gibi.

🐈 Üç gündür evde "maaağğğuuuuv" naraları atarak odadan odaya koşturup duruyor, ne kadar oyun oynarsak oynayalım her bulduğu fırsatta ellerimizi, ayaklarımızı ısırıyor, geceleri bağıra çağıra kapıları tırmalamak suretiyle uyutmuyor ve okşamalarımıza üç saniyeden fazla katlanamayarak çekip gidiyor, gittiği odadan da yüksek sesle kızmaya devam etmeyi ihmal etmiyordu.

👅 Ufak bir iç çekip okumaya devam etmek üzere başımı tabletime çevirirken o da homurdanarak tüylerini yalamaya kaldığı yerden devam etti.

-

📑 "Can Nature Make Us More Caring? Effects of Immersion in Nature on Intrinsic Aspirations and Generosity" isimli, 2009 yılında yayınlanmış bir makaleydi okuduğum. Doğada vakit geçirmenin mutluluğumuza ve iyi oluşumuza (well-being) pozitif etkilerini hepimiz ezberledik artık, diyordu. Fakat bu kez, meseleyi biraz daha farklı bir noktadan incelemeyi amaçlamıştı araştırmacılar.

[👇devamı yorumlarda, numaraları takip ederek okuyabilirsiniz]
🔬 Bu post, "Bir bilimsel makale tarafından nasıl influence edildim?"in hikayesidir.

🌿 Ek olarak yüksek doz yağmur sonrası çam kokusu, ev yapımı patates salatası yanında hüpletilen lezzetli vegan chorizolar, köpeklerini göl kenarında yürüyüşe çıkarmış kampçılara kedilerini göl kenarında yürüyüşe çıkarmış Ece & Kim şoku, Magrathea gezegenine doğru yol almakta olan galaktik otostopçular Arthur Dent ve Ford Prefect'in muhtemelen yaşamın kendisinden daha absürt olmayan maceralarını sesli okuyup kıkırdamaca, kahve kupası kılığına girmiş şarap kadehleri, çimlerde yuvarlanarak sarılmaca, Moonrise Kingdom lokasyonlu çadırda Bottle Rocket izleyip 1 metre öteden gelen dalga seslerini dinleyerek uyuyakalmaca, gece boyu bir çift yumuşak pati tarafından sırta yapılan masaj ve sabah şiş ama mutlu gözlerle üç saniyede hazırlanan Norveç kahvaltısı içerir.

-

☕️ Kanepeye kıvrılıp elimde tabletim ve çayımla motivasyon literatürü okumaları yaptığım sıradan bir perşembe akşamıydı.

🐱 O sırada mutfak tezgahında sere serpe uzanmış, kısık gözlerle tüylerini yalamakla meşgul olan Askild'e kaydı bakışlarım. Göz göze geldik, durdu ve dilini dışarıda unuttu, hazırlıksız yakalandığı anlarda hep yaptığı gibi.

🐈 Üç gündür evde "maaağğğuuuuv" naraları atarak odadan odaya koşturup duruyor, ne kadar oyun oynarsak oynayalım her bulduğu fırsatta ellerimizi, ayaklarımızı ısırıyor, geceleri bağıra çağıra kapıları tırmalamak suretiyle uyutmuyor ve okşamalarımıza üç saniyeden fazla katlanamayarak çekip gidiyor, gittiği odadan da yüksek sesle kızmaya devam etmeyi ihmal etmiyordu.

👅 Ufak bir iç çekip okumaya devam etmek üzere başımı tabletime çevirirken o da homurdanarak tüylerini yalamaya kaldığı yerden devam etti.

-

📑 "Can Nature Make Us More Caring? Effects of Immersion in Nature on Intrinsic Aspirations and Generosity" isimli, 2009 yılında yayınlanmış bir makaleydi okuduğum. Doğada vakit geçirmenin mutluluğumuza ve iyi oluşumuza (well-being) pozitif etkilerini hepimiz ezberledik artık, diyordu. Fakat bu kez, meseleyi biraz daha farklı bir noktadan incelemeyi amaçlamıştı araştırmacılar.

[👇devamı yorumlarda, numaraları takip ederek okuyabilirsiniz]
🔬 Bu post, "Bir bilimsel makale tarafından nasıl influence edildim?"in hikayesidir.

🌿 Ek olarak yüksek doz yağmur sonrası çam kokusu, ev yapımı patates salatası yanında hüpletilen lezzetli vegan chorizolar, köpeklerini göl kenarında yürüyüşe çıkarmış kampçılara kedilerini göl kenarında yürüyüşe çıkarmış Ece & Kim şoku, Magrathea gezegenine doğru yol almakta olan galaktik otostopçular Arthur Dent ve Ford Prefect'in muhtemelen yaşamın kendisinden daha absürt olmayan maceralarını sesli okuyup kıkırdamaca, kahve kupası kılığına girmiş şarap kadehleri, çimlerde yuvarlanarak sarılmaca, Moonrise Kingdom lokasyonlu çadırda Bottle Rocket izleyip 1 metre öteden gelen dalga seslerini dinleyerek uyuyakalmaca, gece boyu bir çift yumuşak pati tarafından sırta yapılan masaj ve sabah şiş ama mutlu gözlerle üç saniyede hazırlanan Norveç kahvaltısı içerir.

-

☕️ Kanepeye kıvrılıp elimde tabletim ve çayımla motivasyon literatürü okumaları yaptığım sıradan bir perşembe akşamıydı.

🐱 O sırada mutfak tezgahında sere serpe uzanmış, kısık gözlerle tüylerini yalamakla meşgul olan Askild'e kaydı bakışlarım. Göz göze geldik, durdu ve dilini dışarıda unuttu, hazırlıksız yakalandığı anlarda hep yaptığı gibi.

🐈 Üç gündür evde "maaağğğuuuuv" naraları atarak odadan odaya koşturup duruyor, ne kadar oyun oynarsak oynayalım her bulduğu fırsatta ellerimizi, ayaklarımızı ısırıyor, geceleri bağıra çağıra kapıları tırmalamak suretiyle uyutmuyor ve okşamalarımıza üç saniyeden fazla katlanamayarak çekip gidiyor, gittiği odadan da yüksek sesle kızmaya devam etmeyi ihmal etmiyordu.

👅 Ufak bir iç çekip okumaya devam etmek üzere başımı tabletime çevirirken o da homurdanarak tüylerini yalamaya kaldığı yerden devam etti.

-

📑 "Can Nature Make Us More Caring? Effects of Immersion in Nature on Intrinsic Aspirations and Generosity" isimli, 2009 yılında yayınlanmış bir makaleydi okuduğum. Doğada vakit geçirmenin mutluluğumuza ve iyi oluşumuza (well-being) pozitif etkilerini hepimiz ezberledik artık, diyordu. Fakat bu kez, meseleyi biraz daha farklı bir noktadan incelemeyi amaçlamıştı araştırmacılar.

[👇devamı yorumlarda, numaraları takip ederek okuyabilirsiniz]
🔬 Bu post, "Bir bilimsel makale tarafından nasıl influence edildim?"in hikayesidir.

🌿 Ek olarak yüksek doz yağmur sonrası çam kokusu, ev yapımı patates salatası yanında hüpletilen lezzetli vegan chorizolar, köpeklerini göl kenarında yürüyüşe çıkarmış kampçılara kedilerini göl kenarında yürüyüşe çıkarmış Ece & Kim şoku, Magrathea gezegenine doğru yol almakta olan galaktik otostopçular Arthur Dent ve Ford Prefect'in muhtemelen yaşamın kendisinden daha absürt olmayan maceralarını sesli okuyup kıkırdamaca, kahve kupası kılığına girmiş şarap kadehleri, çimlerde yuvarlanarak sarılmaca, Moonrise Kingdom lokasyonlu çadırda Bottle Rocket izleyip 1 metre öteden gelen dalga seslerini dinleyerek uyuyakalmaca, gece boyu bir çift yumuşak pati tarafından sırta yapılan masaj ve sabah şiş ama mutlu gözlerle üç saniyede hazırlanan Norveç kahvaltısı içerir.

-

☕️ Kanepeye kıvrılıp elimde tabletim ve çayımla motivasyon literatürü okumaları yaptığım sıradan bir perşembe akşamıydı.

🐱 O sırada mutfak tezgahında sere serpe uzanmış, kısık gözlerle tüylerini yalamakla meşgul olan Askild'e kaydı bakışlarım. Göz göze geldik, durdu ve dilini dışarıda unuttu, hazırlıksız yakalandığı anlarda hep yaptığı gibi.

🐈 Üç gündür evde "maaağğğuuuuv" naraları atarak odadan odaya koşturup duruyor, ne kadar oyun oynarsak oynayalım her bulduğu fırsatta ellerimizi, ayaklarımızı ısırıyor, geceleri bağıra çağıra kapıları tırmalamak suretiyle uyutmuyor ve okşamalarımıza üç saniyeden fazla katlanamayarak çekip gidiyor, gittiği odadan da yüksek sesle kızmaya devam etmeyi ihmal etmiyordu.

👅 Ufak bir iç çekip okumaya devam etmek üzere başımı tabletime çevirirken o da homurdanarak tüylerini yalamaya kaldığı yerden devam etti.

-

📑 "Can Nature Make Us More Caring? Effects of Immersion in Nature on Intrinsic Aspirations and Generosity" isimli, 2009 yılında yayınlanmış bir makaleydi okuduğum. Doğada vakit geçirmenin mutluluğumuza ve iyi oluşumuza (well-being) pozitif etkilerini hepimiz ezberledik artık, diyordu. Fakat bu kez, meseleyi biraz daha farklı bir noktadan incelemeyi amaçlamıştı araştırmacılar.

[👇devamı yorumlarda, numaraları takip ederek okuyabilirsiniz]
🔬 Bu post, "Bir bilimsel makale tarafından nasıl influence edildim?"in hikayesidir.

🌿 Ek olarak yüksek doz yağmur sonrası çam kokusu, ev yapımı patates salatası yanında hüpletilen lezzetli vegan chorizolar, köpeklerini göl kenarında yürüyüşe çıkarmış kampçılara kedilerini göl kenarında yürüyüşe çıkarmış Ece & Kim şoku, Magrathea gezegenine doğru yol almakta olan galaktik otostopçular Arthur Dent ve Ford Prefect'in muhtemelen yaşamın kendisinden daha absürt olmayan maceralarını sesli okuyup kıkırdamaca, kahve kupası kılığına girmiş şarap kadehleri, çimlerde yuvarlanarak sarılmaca, Moonrise Kingdom lokasyonlu çadırda Bottle Rocket izleyip 1 metre öteden gelen dalga seslerini dinleyerek uyuyakalmaca, gece boyu bir çift yumuşak pati tarafından sırta yapılan masaj ve sabah şiş ama mutlu gözlerle üç saniyede hazırlanan Norveç kahvaltısı içerir.

-

☕️ Kanepeye kıvrılıp elimde tabletim ve çayımla motivasyon literatürü okumaları yaptığım sıradan bir perşembe akşamıydı.

🐱 O sırada mutfak tezgahında sere serpe uzanmış, kısık gözlerle tüylerini yalamakla meşgul olan Askild'e kaydı bakışlarım. Göz göze geldik, durdu ve dilini dışarıda unuttu, hazırlıksız yakalandığı anlarda hep yaptığı gibi.

🐈 Üç gündür evde "maaağğğuuuuv" naraları atarak odadan odaya koşturup duruyor, ne kadar oyun oynarsak oynayalım her bulduğu fırsatta ellerimizi, ayaklarımızı ısırıyor, geceleri bağıra çağıra kapıları tırmalamak suretiyle uyutmuyor ve okşamalarımıza üç saniyeden fazla katlanamayarak çekip gidiyor, gittiği odadan da yüksek sesle kızmaya devam etmeyi ihmal etmiyordu.

👅 Ufak bir iç çekip okumaya devam etmek üzere başımı tabletime çevirirken o da homurdanarak tüylerini yalamaya kaldığı yerden devam etti.

-

📑 "Can Nature Make Us More Caring? Effects of Immersion in Nature on Intrinsic Aspirations and Generosity" isimli, 2009 yılında yayınlanmış bir makaleydi okuduğum. Doğada vakit geçirmenin mutluluğumuza ve iyi oluşumuza (well-being) pozitif etkilerini hepimiz ezberledik artık, diyordu. Fakat bu kez, meseleyi biraz daha farklı bir noktadan incelemeyi amaçlamıştı araştırmacılar.

[👇devamı yorumlarda, numaraları takip ederek okuyabilirsiniz]
🔬 Bu post, "Bir bilimsel makale tarafından nasıl influence edildim?"in hikayesidir. 🌿 Ek olarak yüksek doz yağmur sonrası çam kokusu, ev yapımı patates salatası yanında hüpletilen lezzetli vegan chorizolar, köpeklerini göl kenarında yürüyüşe çıkarmış kampçılara kedilerini göl kenarında yürüyüşe çıkarmış Ece & Kim şoku, Magrathea gezegenine doğru yol almakta olan galaktik otostopçular Arthur Dent ve Ford Prefect'in muhtemelen yaşamın kendisinden daha absürt olmayan maceralarını sesli okuyup kıkırdamaca, kahve kupası kılığına girmiş şarap kadehleri, çimlerde yuvarlanarak sarılmaca, Moonrise Kingdom lokasyonlu çadırda Bottle Rocket izleyip 1 metre öteden gelen dalga seslerini dinleyerek uyuyakalmaca, gece boyu bir çift yumuşak pati tarafından sırta yapılan masaj ve sabah şiş ama mutlu gözlerle üç saniyede hazırlanan Norveç kahvaltısı içerir. - ☕️ Kanepeye kıvrılıp elimde tabletim ve çayımla motivasyon literatürü okumaları yaptığım sıradan bir perşembe akşamıydı. 🐱 O sırada mutfak tezgahında sere serpe uzanmış, kısık gözlerle tüylerini yalamakla meşgul olan Askild'e kaydı bakışlarım. Göz göze geldik, durdu ve dilini dışarıda unuttu, hazırlıksız yakalandığı anlarda hep yaptığı gibi. 🐈 Üç gündür evde "maaağğğuuuuv" naraları atarak odadan odaya koşturup duruyor, ne kadar oyun oynarsak oynayalım her bulduğu fırsatta ellerimizi, ayaklarımızı ısırıyor, geceleri bağıra çağıra kapıları tırmalamak suretiyle uyutmuyor ve okşamalarımıza üç saniyeden fazla katlanamayarak çekip gidiyor, gittiği odadan da yüksek sesle kızmaya devam etmeyi ihmal etmiyordu. 👅 Ufak bir iç çekip okumaya devam etmek üzere başımı tabletime çevirirken o da homurdanarak tüylerini yalamaya kaldığı yerden devam etti. - 📑 "Can Nature Make Us More Caring? Effects of Immersion in Nature on Intrinsic Aspirations and Generosity" isimli, 2009 yılında yayınlanmış bir makaleydi okuduğum. Doğada vakit geçirmenin mutluluğumuza ve iyi oluşumuza (well-being) pozitif etkilerini hepimiz ezberledik artık, diyordu. Fakat bu kez, meseleyi biraz daha farklı bir noktadan incelemeyi amaçlamıştı araştırmacılar. [👇devamı yorumlarda, numaraları takip ederek okuyabilirsiniz]
🔬 Bu post, "Bir bilimsel makale tarafından nasıl influence edildim?"in hikayesidir.

🌿 Ek olarak yüksek doz yağmur sonrası çam kokusu, ev yapımı patates salatası yanında hüpletilen lezzetli vegan chorizolar, köpeklerini göl kenarında yürüyüşe çıkarmış kampçılara kedilerini göl kenarında yürüyüşe çıkarmış Ece & Kim şoku, Magrathea gezegenine doğru yol almakta olan galaktik otostopçular Arthur Dent ve Ford Prefect'in muhtemelen yaşamın kendisinden daha absürt olmayan maceralarını sesli okuyup kıkırdamaca, kahve kupası kılığına girmiş şarap kadehleri, çimlerde yuvarlanarak sarılmaca, Moonrise Kingdom lokasyonlu çadırda Bottle Rocket izleyip 1 metre öteden gelen dalga seslerini dinleyerek uyuyakalmaca, gece boyu bir çift yumuşak pati tarafından sırta yapılan masaj ve sabah şiş ama mutlu gözlerle üç saniyede hazırlanan Norveç kahvaltısı içerir.

-

☕️ Kanepeye kıvrılıp elimde tabletim ve çayımla motivasyon literatürü okumaları yaptığım sıradan bir perşembe akşamıydı.

🐱 O sırada mutfak tezgahında sere serpe uzanmış, kısık gözlerle tüylerini yalamakla meşgul olan Askild'e kaydı bakışlarım. Göz göze geldik, durdu ve dilini dışarıda unuttu, hazırlıksız yakalandığı anlarda hep yaptığı gibi.

🐈 Üç gündür evde "maaağğğuuuuv" naraları atarak odadan odaya koşturup duruyor, ne kadar oyun oynarsak oynayalım her bulduğu fırsatta ellerimizi, ayaklarımızı ısırıyor, geceleri bağıra çağıra kapıları tırmalamak suretiyle uyutmuyor ve okşamalarımıza üç saniyeden fazla katlanamayarak çekip gidiyor, gittiği odadan da yüksek sesle kızmaya devam etmeyi ihmal etmiyordu.

👅 Ufak bir iç çekip okumaya devam etmek üzere başımı tabletime çevirirken o da homurdanarak tüylerini yalamaya kaldığı yerden devam etti.

-

📑 "Can Nature Make Us More Caring? Effects of Immersion in Nature on Intrinsic Aspirations and Generosity" isimli, 2009 yılında yayınlanmış bir makaleydi okuduğum. Doğada vakit geçirmenin mutluluğumuza ve iyi oluşumuza (well-being) pozitif etkilerini hepimiz ezberledik artık, diyordu. Fakat bu kez, meseleyi biraz daha farklı bir noktadan incelemeyi amaçlamıştı araştırmacılar.

[👇devamı yorumlarda, numaraları takip ederek okuyabilirsiniz]
eceaybikeala
eceaybikeala
•
Follow
🔬 Bu post, "Bir bilimsel makale tarafından nasıl influence edildim?"in hikayesidir. 🌿 Ek olarak yüksek doz yağmur sonrası çam kokusu, ev yapımı patates salatası yanında hüpletilen lezzetli vegan chorizolar, köpeklerini göl kenarında yürüyüşe çıkarmış kampçılara kedilerini göl kenarında yürüyüşe çıkarmış Ece & Kim şoku, Magrathea gezegenine doğru yol almakta olan galaktik otostopçular Arthur Dent ve Ford Prefect'in muhtemelen yaşamın kendisinden daha absürt olmayan maceralarını sesli okuyup kıkırdamaca, kahve kupası kılığına girmiş şarap kadehleri, çimlerde yuvarlanarak sarılmaca, Moonrise Kingdom lokasyonlu çadırda Bottle Rocket izleyip 1 metre öteden gelen dalga seslerini dinleyerek uyuyakalmaca, gece boyu bir çift yumuşak pati tarafından sırta yapılan masaj ve sabah şiş ama mutlu gözlerle üç saniyede hazırlanan Norveç kahvaltısı içerir. - ☕️ Kanepeye kıvrılıp elimde tabletim ve çayımla motivasyon literatürü okumaları yaptığım sıradan bir perşembe akşamıydı. 🐱 O sırada mutfak tezgahında sere serpe uzanmış, kısık gözlerle tüylerini yalamakla meşgul olan Askild'e kaydı bakışlarım. Göz göze geldik, durdu ve dilini dışarıda unuttu, hazırlıksız yakalandığı anlarda hep yaptığı gibi. 🐈 Üç gündür evde "maaağğğuuuuv" naraları atarak odadan odaya koşturup duruyor, ne kadar oyun oynarsak oynayalım her bulduğu fırsatta ellerimizi, ayaklarımızı ısırıyor, geceleri bağıra çağıra kapıları tırmalamak suretiyle uyutmuyor ve okşamalarımıza üç saniyeden fazla katlanamayarak çekip gidiyor, gittiği odadan da yüksek sesle kızmaya devam etmeyi ihmal etmiyordu. 👅 Ufak bir iç çekip okumaya devam etmek üzere başımı tabletime çevirirken o da homurdanarak tüylerini yalamaya kaldığı yerden devam etti. - 📑 "Can Nature Make Us More Caring? Effects of Immersion in Nature on Intrinsic Aspirations and Generosity" isimli, 2009 yılında yayınlanmış bir makaleydi okuduğum. Doğada vakit geçirmenin mutluluğumuza ve iyi oluşumuza (well-being) pozitif etkilerini hepimiz ezberledik artık, diyordu. Fakat bu kez, meseleyi biraz daha farklı bir noktadan incelemeyi amaçlamıştı araştırmacılar. [👇devamı yorumlarda, numaraları takip ederek okuyabilirsiniz]
9 ay önce
View on Instagram |
6/6

Copyright © 2022Site Powered by Pix & Hue.